30 Eylül 2020 Çarşamba

QUİNO HAYATINI KAYBETTİ




Arjantinli çizer  Salvador Lavado Tejón (QUİNO) hayatını kaybetti... Pek çok karikatürünün yanında Mafalda karakteriyle de biliniyordu.





Latuff Carlos

 

29 Eylül 2020 Salı

ALTIN SAFRAN ALİCAN ABACI'NIN

 

ALİCAN ABACI

ALTIN SAFRAN SAHİPLERİNİ BULDU

Sevgili arkadaşımız Necati Abacı'nın oğlu Alican Abacı'yı yıllar sonra karşımızda usta bir yönetmek olarak görmek bizi hem şaşırttı hem de mutlu etti. Alican Abacı bu yıl 21.kez düzenlenen Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivalinde “Uçurumun Kıyısında” filmiyle En iyi film ödülünü aldı. Alican'ı yürekten kutluyor yeni filmlerini bekliyoruz.

21. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali Ödül Töreni Gerçekleştirildi

Safranbolu Belediyesi tarafından organize edilen 21. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali 25-27 Eylül tarihleri arasında UNESCO Kültür Mirası Safranbolu’da pandemiye rağmen sanatla dolu dolu gerçekleştiriliyor. Aralıksız devam etme özelliği ile Türkiye’de ilk ve tek olma niteliğine sahip, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteklediği Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali 2 ayrı yarışmaya ev sahipliği yaptı. Belgesel Film kategorileri ve Fotoğraf dallarında jürinin değerlendirmesinin ardından dereceye giren yarışmacılara ödülleri bugün takdim edildi.


21. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali Ödül Töreni bugün Karabük Valisi Fuat Gürel, Safranbolu Kaymakamı Mehmet Türköz, Festival Organizasyon Komite Başkanı ve Belediye Başkanı Elif Köse, Festival Organizasyon Komite Üyeleri, Jüri üyeleri, dereceye giren katılımcılar ve vatandaşların katılımı ile geçekleşti. Ödül Töreni’nde Serbest Kategori En İyi Film Ödülü’nü “Uçurumun Kıyısında” ile Alican Abacı alırken, Amatör Kategori Jüri Özel Ödülünü “Kördüğüm” belgesel filmiyle Selim Uyar aldı. Amatör Kategori Süha Arın Özel Ödülü’nü “Orman Çakalları” Tufan Yıldız, Amatör Kategori En İyi Belgesel Film Ödülü “Uzaklarda” ile Arjin Civan Şahin, Profesyonel Jüri Özel Ödülü’nü “Aynı Evin Çocukları” ile Hasan ve Kurtuluş Özgen kardeşler layık görüldü. Profesyonel Kategori En İyi Film Ödülü’nü ise “Gracefully” Arash ESHAGHİ aldı.

Dereceye giren belgesel filmlerin ve kazananı daha önce duyurulan fotoğrafların ödüllerini, Festival Komitesi Başkanı Elif Köse, Safranbolu Kaymakamı Mehmet Türköz, Karabük Valisi Fuat Gürel ve protokol üyeleri tarafından verildi.

Belgeselde 98 Ülkeden 1431 yarışmacı.

2004’te uluslararası boyut kazanarak pek çok başarılı yapıtın tanınmasına yardımcı olan Uluslararası Belgesel Film Festivali yarışmalarına katılım her geçen yıl artıyor.

Kültürel mirasın gelecek nesillere estetik kaygı ve bilimsel bakış açısı ile aktarılmasını arzu ettiklerini belirten Festival Komitesi ve Safranbolu Belediye Başkanı Elif Köse, “Kültürün mimariye yansıdığı kendine özgü ve yaşayan bir müze sayılan Safranbolu yerli ve yabancı pek çok misafiri ağırlarken, kültür ve sanat alanında da ismini duyurmaya devam ediyor. Pandemiye rağmen Kültür ve sanatı en iyi ifade eden festivallerden biri olan festivalimizi icra etme cesaretini gösterdik. Sürekliliği bizim için çok kıymetli. Bu bağlamda bize destek olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğümüze, Valiliğimize, Üniversitemize, Kaymakamlığımıza, Festival Organizasyon Komite Üyelerimize ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Cesaretimizin karşılığını da aldık. Bu yıl festivalimize belgesel film ödülü için 98 ülkeden 1431 başvuru, fotoğraf yarışması için ise 1110 başvuru oldu. Sıra dışı yapımlar ve fotoğraflarla karşılaştığımız heyecanlı ve sanatsal açıdan dolu dolu bir festival oldu. Festivali festival yapan sanatçılar ve sanatsever katılımcılardır. Ben eserleri ile katılım sağlayan tüm katılımcılara teşekkür ediyorum.” dedi.



SÖYLEŞİ -FIRAT SAYICI

Alıntı:dizidoktoru.com


25-27 Eylül tarihleri arasında Safranbolu'da 21. kez düzenlenen Altın Safran Belgesel Film Festivali'nde amatör kategori jürisi olarak yer aldım. Yıllardır bu belgesel festivaliyle bir gönül bağım var. Hatta yıllar önce usta belgeselci Süha Arın adına açılan müzenin hazırlanmasında da minik bir katkım olmuştu. Birkaç kez Safranbolu'ya geldim. Safranbolu öyle bir yer ki, hem sonbaharı hem de festival kimliğini çok iyi taşıyor. Bu kez de aynı duyguları yaşamış oldum. Sektörden ve akademi dünyasından değerli ustalar ve dostlarla buluşmak, belgeselleriyle festivalde yarışan genç arkadaşlarla sohbetler etmek, yeni yeni arkadaşlıklar kazanmak Altın Safran Belgesel Festivali'ni benim için daha da değerli hale getiriyor. Türkiye'nin en köklü belgesel film festivalinin önümüzdeki yıllarda da tüm görkemiyle süreceğine hiç şüphem yok. Yeri gelmişken festival adına emek harcayan herkese de en içten minnetlerimi sunuyorum.

Bu festivalde tanıştığım ve festivalin serbest kategorisinde "Uçurumun Kıyısında" isimli belgeseliyle en iyi belgesel ödülünü alan Alican Abacı ile de keyifli bir röportaj yaptım. İyi okumalar...

Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?


Ben Alican Abacı. Sanatçı bir ailenin tek çocuğuyum. Babam Necati Abacı karikatürist/grafik sanatçısı, annem Emine Abacı ise Sanat Yönetmeni. Hayatın içinde kendimi bulmam ise babamı üzücü ve ani bir şekilde 2004’te kaybettikten sonra oldu. Annem ise hayattaki en büyük destekçim. Küçüklüğünden beri sinema okumak istedim. Lise yıllarında Yalçın Yelence’nin ve Levent Semerci’nin reklam ajansında asistanlık yaparak sektöre ilk girişi yaptım. En nihayetinde Akdeniz Üniversitesi GSF - Sinema TV bölümünü kazanarak hayallerime kavuştuğumu zannederken, beklentilerimin çok aşağısında bir eğitimle karşılaşınca kısa bir hayal kırıklığı yaşayıp ardından sinemada sadece akademik eğitimin yeterli olmadığını, deneyimleyerek, hatalarla öğrenerek, şahsiyet katılarak ve yapılarak geliştirilebileceğini farkına vardım. Hayatıma yeni boyutlar kazandırmaktan hiç geri durmadım. Anneme maddi açıdan yük olmadan çeşitli projeler, değişim programları, gönüllü projeleriyle Avustralya, İtalya, İspanya'da yaşayıp 4 yabancı dil öğrenip, yine çoğunluğu projeler, festivaller, yarışmalar kapsamında gezilerle 40’tan fazla ülkede bulundum. Diğer yandan da ikinci üniversite sosyoloji okuyup sinemanın içini doldurmaya çalıştım. Üretimi boşlamadan kısa filmler, müzik klipleri, tanıtımlar, kısa belgeseller çekip ödüller aldım. Kameramı dağların tepelerinden denizlerin derinliklerine kadar birçok yerde kullandım. Su altı görüntüleme konusunda uzmanlaştım. Kendi yolculuğumda ömür boyu sürecek bir arayış içindeyim. Bu arayışta karşıma çıkanlarla uzun soluklu bir sinema serüveninde 30 yaşında bir film yapımcısıyım diyebilirim.

Senin için belgeselin tanımı nedir?

Belgesel sinema kısaca kişisel bağlamdaki arayışlarımı, ilgimi çeken toplumsal değişimlere ayna tutabilecek konuları irdeleyerek seyirciyle buluşturduğum bir araştırma, eğitim ve yetkinlik süreci. Sosyoloji ve sinema eğitimimin getirisiyle kişisel meraklarımın sinema diliyle dışa vurumu.

Biraz "Uçurumun Kıyısında"dan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?

“Uçurumun Kıyısında” orijinal adıyla “The Edge of the Cliff” belgeseli benim ilk uzun metraj işim. İngilizce dilinde. Doğayı ele aldığı kısımlar ve hikayeler Antalya, Geyikbayırı’ndan yola çıkıyor. Ayrıca Bangkok ve İstanbul’dan da görüntülerle şehirleşme ve modernleşmenin günümüzde geldiği akıl almaz gelişmelerin getirilerini ve götürülerini karşılaştırıyor. Çevreci bir belgesel. Doğadan uzaklaştıkça bağlarımızın zayıfladığını bu yüzden eko-turizmin önemini vurguluyor. 2015 yılında maden arama izni verilen dünyaca ünlü tırmanış bölgesi Geyikbayırı’nı yabancıların gözünden ele alıyor. İsviçre, Thailand, Estonya, Almanya gibi dünyanın bir çok yerinden doğa severleri ağırlayan bölge içindeki hikayelerin ortak noktalarını ve bölgede yaşayan halkla geliştirdikleri insani ilişkileri yansıtıyor. 2016’dan beri üzerinde çalıştığım bir proje. 2017-18’de Barcelona’ya taşınmam sebebiyle bir dönem yarıda kaldı ancak başladığım bu işi bitirmemek kendime saygısızlık olurdu. Herhangi bir sponsor olmadan yürüttüğüm bu projede bölgedekiler bana son derece destek verdi. Yurt dışındaki festivallere katılmayı hedefleyerek çektim. Türkiye’de ise ilk katıldığım festival olan 21’inci Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali kapsamında 98 ülkeden 1431 eser arasından ilk 7’ye finale kaldığını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Burada ilk defa seyirciyle buluştu. Ardından serbest kategoride en iyi belgesel seçilmesi bana önümüzdeki festival serüveni için çok büyük bir motivasyon kaynağı oldu. Antalya’nın ve Türkiye’nin tanıtımı için de çok önemli bir iş yaptığımı düşünüyorum. Bir Türk olduğum kadar bir dünya vatandaşıyım. Dünyada insanların ortak hislerinin olduğunu düşünüyorum. Bizi buluşturacak konular üzerinde durmak istiyorum. Bu filmi Madagaskar’dan da Japonya’dan da izleyenlerde aynı duyguların uyandırdığına dair tepkiler geldiği gün hedefime ulaştığımı hissedeceğim.

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa film ve belgesele ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?

Kısa film ve belgeselin günden güne geliştiği ve gelişmeye devam edeceği konusunda hiç bir şüphem yok. Ama her getirinin bir götürüsü olduğu da aşikar. Sinemasal manada ulaşılabilirlik, film çekmek isteyen herkes için internette bir tık kadar yakın, ucuzlayan yüksek kalitede görüntü kalitesi veren kameralar, lensler ise bir hayal değil... Telefonlarla günlük olarak kısa filmlerimizi çekip sosyal medyada paylaşır olduk zaten. Bu mecradaki herkes gönüllü birer oyuncu, yönetmen. Bir yandan artık hepimizin hayatları kayıt altında. İstesek de istemesek de... Artık elimizdeki telefonlarla, sokaktaki kameralarla, uzaydaki uydularla hayatlarımız kayıt altında. Bir nevi belgeselimiz çekiliyor. Çıta çok yükseldi, enteresan konu bulmak çok kolay ancak derinlemesine inmek için bu hızlı akan dünyada çok az kişinin sabrı var.

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?

Bu konuya keskin bir cevap veremiyorum ne yazık ki. Zamanla değişen ve geliştiğini düşündüğüm bir sinemasal evrimim var. Çok düşünmeme rağmen birçok yönetmenin sevdiğim yönlerini aldığım bir sentezden bahsedebilirim. Bir ekole bağlı hissetmiyorum kendimi.

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?

Gördüğüm kadarıyla kısa film, belgesel her ne kadar dünya da maddi getirisi düşük bir endüstri olsa da bence Türkiye’de çok farklı değil. Ben de 4 sene Altın Portakal’da çalıştım. Çok büyük zorluklarla yapıldığı bir dönemde perde arkasını görünce saygı duydum. Ancak kısa film ve belgesel genel olarak film festivallerinde bir üvey evlat muamelesi görüyor...

Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…

Bir yandan “Uçurumun Kıyısında” belgeselinin ilk çıktığı platformda ödül kazanmasının motivasyonuyla festival sürecini nasıl geçireceğini sabırsızlıkla beklerken bir yandan da su altında geçecek bir sonraki belgeselim için çalışmalarıma son hızıyla devam ediyorum. Vitrinimin dünya olması için uluslararası konularla, çevreci yaklaşımlarla belgeseller ve filmlerle karşınıza gelmeyi planlıyorum.

26 Eylül 2020 Cumartesi

YOL TV SÖYLEŞİSİ

 
YOL TV'de HOMUR MİZAH GRUBU'ndan Atay Sözer  Rojda Aslan'la Homur'un 21.yılı ve dünden bugüne mizah üzerine söyleşi yaptı.
 
İzlemek İçin Linki tıklayın.
 

OTOBÜS OYUNU İLK GÖSTERİM

 

İBŞT 2012-2013 sezonunda Bulgar yazar Stanislav Stratiev’nin OTOBÜS oyunu Arif Akkaya tarafından sahnelendi. Bir otobüsün farklı sosyal sınıflardan yolcularıyla çıktığı yol öyküsünde metaforik olarak ülkenin tarihsel yolculuğuna göndermeler yapan siyasal bir oyundu. Yönetmen Akkaya oyun boyunca fondaki perdede haraketli karikatürler istedi, bunlar sözde yolda görülen olayları anlatacaktı. 1940’ların sonundan günümüze kadar uzanan süreç içinde ülkede yaşanan olaylar karikatürler olarak yansıtılacaktı. Missuri Zırhlısının gelişiyle ABD’nin ülkeye adım atmasıyla başlayan süreç, Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, darbeler, idamlar, grevler, siyasi cinayetler, irticaa gibi pek çok olay seçildi, karikatürize edildi. Otobüs şoförü yol boyunca değiştirdiği şapkalarıyla değişen iktidarları sembolize ediyordu. Homur’dan Atilla Atala, Asuman Küçükkantarcılar, Atay Sözer, Canol Kocagöz, Coşkun Göle, Vahit Akça yoğun bir mesaiden sonra sayısız çizim yaptı bunlar daha sonra Cem Ulu tarafından hareketli hale getirildi. Ülkemizde tiyatroda karikatürün bu kadar yoğun olarak kullanıldığı ilk örnekti bu.

 

 

TEKNİK EKİP

YAZAN:

Stanislav Stratiev

ÇEVİREN:

Cahangir Novruzov

YÖNETMEN:

Arif Akkaya

DRAMATURG:

Hatice Yurtduru

SAHNE TASARIM:

Barış Dinçel

KOSTÜM TASARIM:

Ayşen Aktengiz

Onur Uğurlu

IŞIK TASARIM:

Kemal Yiğitcan

EFEKT:

Metin Taşkıran

Ersin Aşar

KOREOGRAFİ:

Mikel Vidhi

KARİKATÜRLER:

HOMUR Mizah ve Karikatür Grubu

ANİMASYON:

Cem Ulu

Arif Akkaya

YÖNETMEN YARDIMCILARI:

Göksel Arslan

Burcu Çoban

Seda Tansuker Selçuk

MÜZİK ÇALIŞTIRICISI:

Orcan Koç

BARKOVİZYON UYGULAMA:

Serkan Yavşan

SUFLÖR:

Feriha Eyüboğlu

MAKYAJ

Toron Karacaoğlu

IŞIK UYGULAMA

Ceyhun Ergül

Filiz Kafdağlı

KOSTÜM UYGULAMA

Onur Uğurlu

EFEKT UYGULAMA

Ersin Aşar

Metin Taşkıran

SAHNE TERZİLERİ

Fatih Ördek

Fatma Pamukçu

SAHNE KUAFÖRLERİ

Mustafa Konya

Faik Kahveci

Emre Konya

Mustafa Demir

Dursun Yarar

AKSESUAR SORUMLULARI

Fikret Yayan

Saki Kanatlar

Ömer Pekşen

BUTAFOR

Bahri İridağ

Hülya Genç

 

GENEL SANAT YÖNETMENİ

Ayşenil Şamlıoğlu

 

OYUNCULAR

YAZAR: Fahri KINCIR

AKILLI: Ahmet ÖZASLAN

HUYSUZ: Mert AYKUL

VİRTÜÖZ:Mert TURAK

DELİKANLI: Elyesa EVKAYA

KIZ:İrem ERKAYA

UYUZ:Burak DAVUTOĞLU

ERKEK:Can ERTUĞRUL

KADIN:Berrin AKDENİZ

KÖYLÜ:Ergun ÜĞLÜ

ŞOFÖR:Barış Çağatay ÇAKIROĞLU

 

HOMUR'UN HOMURDAYANLARI

Canol KOCAGÖZ

Atay SÖZER

Asuman KÜÇÜKKANTARCILAR

Atilla ATALA

Coşkun GÖLE

Vahit AKÇA

 

                                                                              OTOBÜS

18 Eylül 2020 Cuma

“Sanat sokakta” diyen ‘Homur’ 21 yaşında her yerde


Canol Kocagöz'le Ege Telgrafta yayınlanan söyleşi.

Mazlum VESEK

 

1999 yılında yolculuğa başlayan Homur Mizah Dergisi, Türkiye’den ve dünyadan 387 yazar-çizeri bir araya getirdi. Çevre sorunları dahil her konu da sesini yükseltti Canol Kocagöz, 1999’da Homur’un ilk sayısı yayımlandığından bu yana derginin ekibinde yer alıyor. Çizer olduğu kadar mizah basınının önemli bir emekçisi. Homur Dergisi 20 yılı devirip 21’inci yılında yola devam ederken Kocagöz’le neler yaptıklarını konuştuk. Kocagöz, 12 Eylül Darbesi’nin 40’ıncı yılında mizahı, Homur’un 21’inci yılında mizahın durumunu anlattı.

 

12 Eylül Darbesi’nin 40’ıncı yılındayız. Darbenin sıcağı sıcağına yaşandığı günlerden bu yana ülkemiz mizahının darbe karşısındaki sınavını kısaca değerlendirir misiniz?

Değerli dostum sorunuzu iki kısımda değerlendirmem daha doğru olacak gibi geliyor. Birinci bölümde açık askeri diktatörlük dönemi. Bu dönemde mizahçılar faşizme karşı ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Yayın organları ile demokratik kitle örgütleri kapalı bile olsa askeri rejime karşı amansız bir mücadeleye giriştiler. Dergiler kapatılsa da, çizgiler üzerinde soruşturmalar sürse de, yazarlar ve çizerler mesleklerinin hakkını verdiler birbirleri ile dayanışmayı yükselttiler. Demokratik kitle örgütlerin ve siyasi partilerin açılarak faaliyete başladıkları döneme rast gelen emperyalist ülkeler ABD Başkanı Regan ile İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’ın 1981’de sermayenin kültür politikaları üzerine aldıkları neo-liberal kararların hayata geçirildiği günümüze kadar geçen süreyi göze alırsak iyi bir sınav verdiği söylenemez. Bahsettiğim bu dönemde diğer sanat alanlarında olduğu gibi sermayenin her türlü saldırısına karşı mizahçılarda özel birkaç olay dışında sınıfta kaldı diyebiliriz. Ama yine de umutluyuz bir avuç mizah yazar ve çizer sermayeye karşı sınıf mücadelesini yürütüyor.

-Ülkemizde mizah yayıncılığının tarihinin hakkıyla yazıldığını düşünüyor musunuz?

Mizah yayıncılığının tarihinin hakkıyla değil yazıldığı hiç olmadığını söyleyebilirim. Bazı yayınlardan ne kadar yararlansam da bu eksikliği burada belirtmem de yarar var. Bu konu da daha derli toplu bir çalışma yapılması gerekiyor. Mizah tarihçiliği hakkında ki sorunuz mizah dünyasını kalbinden vuran bir soru. Dile getirdiğiniz sorun benim yıllardır kafa yorduğum, birçok alanda dile getirdiğim ama bir türlü beceremediğim bir iş. Mizah ve karikatür tarihi zor bir iş. Bu iş için Cumhuriyet’in kuruluşunun 75. yılında T.C Kültür Bakanlığı’na ve Cumhurbaşkanlığı’na bir proje verdik. Karikatürcüler Derneği’nin kongrelerinde dile getirdik ama bu konuda ne devlet aygıtının ne de arkadaşlarımızın hazır olmadığını gördüm. Ama ilerideki günlerde bu projeleri mutlaka genç mizahçıların hayata geçireceğine inanıyorum. Mizah ve karikatür tarihinin sanat örgütlerinin, Kültür Bakanlığı’nın, üniversitelerin ilgili bölümlerinin katılımıyla mutlaka geniş bir yelpazede yapılmasının doğru olacağına inanıyorum. Yoksa çok dar ve eksik bir mizah tarihi olur. Bu da yeni yanlışları beraberinde getirir.

–Homur Dergisi’ni mizah yayın tarihimiz içinde nasıl konumlandırıyorsunuz?

Sorunuza müsaade ederseniz Homur Mizah Dergisini tanıtarak başlayacağım. İlk sayısı 18 Aralık 1999 tarihinde yayınlanan, içeriği, bilim-sanat dolu yapısı, fıstıki yeşil rengi, boyutu, biçimi, özel çıkış zamanları gibi ama her şeyden önce tavrı ile diğer mizah dergilerinden ayrılan dergimiz Homur yayın hayatının 21. yılında. İlk sayımızda ve ilk dönemlerimizde Evrensel gazetesiyle beraber okuyucuya ulaştık. Bunu belirtmeliyim. Dergimiz, bugünlere hayatta olmayan mizah ustalarımız; Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mustafa Uykusuz’un Markopaşa Mizah Dergisi’nin tavrı olan “halk için, halkla beraber” anlayışı ile ulaştı. Ama Homur’u diğer mizah dergilerinden kökten ayıran başlıca farkı “İşçi ve emekçi halkımızdan yana mizahi tavrı” dır. Homur ne günlük gazeteler kadar büyük, ne mizah dergileri kadar küçük, kırık bir boyda. Hakim olan rengi ise fıstık-i yeşil. Gerek rengi, gerek boyutu ve tabii ki esas olarak içeriğiyle, bugüne kadar yayınlanmış ve yayınlanmakta olan mizah dergilerine benzemiyor. Homur, felsefesinden aldığı güçle kapitalizmin karmaşık, akıl almaz saldırı teorilerine karşı işçi ve emekçilerin mücadelesine hiciv ve mizahı katarak destek ve yardımcı olmaya çalışan bir dergi. Vahşileşen kapitalizmin kirli oyunlarını mizahla teşhir ederken çalışmalarını da mizahın diliyle yaptı. Her zaman bilim ve sanat dünyasıyla beraber olayların üstüne üstüne yürüdü. Muhalefetin yalnız Türkiye`de değil, tüm dünyada kabuk değiştirdiği, işçi ve emekçilerin örgütlenmesinin zaafa uğradığı dönemde, Homur`un işçi ve emekçi kitlelerden gelen taleple her geçen gün daha iyiye, daha güzele yönelerek kitlelerin sevgisini kazanması, her sayısında diğer sayısından daha iyi olmaya çalışması, hem Homur`un başarısının, hem de dibe vuran emekçilerin mücadelelerinin yükselişe geçtiğinin göstergesidir diyebilirim. Bu da bize güç ve onur veriyor. Homur’u oluşturanların kurdukları Homur Mizah ve Karikatür Grubu, 21.yılında 87 sayı Homur dergisinin yanı sıra daha küçük boyutta olan “Kriz” dergisini çıkardı. Halen Homur dergisinin yanı sıra DİSK Birleşik Metal İşçi Sendikası için “HomurCUK” dergisi ile metal işçilerinin çocukları için “Kırmızı METAL KARINCA” adlı çocuk dergisini yayınlamaya devam ediyor. Homur dergilerini, işçi ve emekçiler başta olmak üzere Türkiye’den ve dünyadan 387 yazar-çizer, birbirinden güzel eserleriyle yarattı. Dergiler 29 demokratik kitle örgütü, dernek, meslek odası, sendika ve platformlarla beraber oluşturuldu, bedelsiz olarak kitlelere ulaştırıldı. Üç sayısı 2. baskı yapan, her sayısının 10 bin ila 50 bin arasında tirajı olan Homur, mahallelerde, köylerde ve şehirlerde dağıtıldı. Homur dergileri, bugün demokratik kitle örgütleri, platformlar, meslek odaları, sendikalar ile yaşıyor. Homur’ un 17 Ağustos depreminden sonra geliri depremzedelere verilmek üzere İstanbul Tabip Odası ile hazırlayıp hayata geçirdiği kartpostal kitap mizah tarihimize örnek bir dayanışma olarak geçti.

-Homur’un sendikalarla olan ortak çalışmalarını biliyoruz. İşçi kitleleriyle bağ kurmanın sizin için bir öncelik olduğu anlaşıyor. Bu çevredeki okurlarınızda nasıl bir karşılık buluyorsunuz? Çizdiklerinize, yazdıklarınıza geri dönüşler nasıl?

Türkiye mizah dünyasında ayrı bir çizgide yerimiz olduğunu görüyoruz. Yayın hayatımıza devam ettiğimiz 21. yılda her şeye rağmen yaşıyoruz ve mücadele ediyoruz. Türkiye gibi her şeyin dibe vurduğu bir dünyada ilkeli, işçi-emekçilerden yana taraf olduğunu haykırarak yayın yapan bir yayın organının olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Mizah dünyasında ayrı bir yeri olan Homur’a DİSK Birleşik Metal İş başta olmak üzere sendikalar, TMMOB bağlı odalar, Tabip Odası, platformlar ve tabi ki yazar-çizer emekçilerimiz sahip çıktılar ve Homur’u bugünlere getirdiler. Okurlarımızla ilişkilerimiz ise onların dergimize sahip çıkarak bugünlere gelmesinde büyük katkı sağladıklarına inanıyoruz. Sendikaların tabanının veya odaların üyelerinin dergiye sahip çıkmaları, yazar ve çizerlerimizin işçi ile emekçilerin mücadeleleri ile kendi yaşamlarını sınıf mücadeleleri ile birleştirmeleri sonucunda yayınlarımıza devam ediyoruz. Ayrıca az da olsa genç çizerlerle kucaklaşıyoruz. Dayanışmayı yükseltiyoruz. “Sanat sokakta” ilkesini benimseyip sergilerimizi ve panellerimizi sokağa taşıyoruz.

Homur, çevre konusunda da epey duyarlı bir dergi. Özellikle İzmir özelindeki çevre ve tarihi alanların tahribatı konusunda mizahçılar olarak yaptıklarınızı anlatır mısınız?

Homur mizah dergimizde önemli İzmirli yazar ve çizerler var. Bu durum dolaylı da olsa yayınlarımıza yansıyor. Ama genel sorunlarla beraber İzmir’in sorunlarını düşündüğümüz için yaptığımız özel olarak İzmir damgalı işler olmuyor. Ama ilk sağlık merkezlerinden olan İzmir’in Bergama ilçesindeki Alliona Antik Kenti’nin sular altında kalmaması için Türk Tabipler Birliği ile beraber ortak bir Homur dergisi çıkardık ve Türkiye’de bu konu da yapılan etkinliklerde dağıttık. Ayrıca Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu ile İzmir’in Dikili ilçesinde ve diğer bazı yerlerde “Su Yaşamdır, Satılamaz” sergisi açtık. İzmir’in Selçuk ilçesinde birinci körfez savaşı sırasında savaşa karşı “ U.S.A.N.dık “ karikatür sergisini açtık. İzmir /Konak Neşe Karikatür Müzesinde Homur çizgileri sergisi açtık. Ayrıca İzmir / Karaburun Belediye’sinin her yıl ayrı bir mizah dergisine verilmesi düşünülen “Yılın Mizah Dergisi Ödülü”nün ilki 2010 yılında Homur’a verildi. DİSK Birleşik Metal İş Sendikası İzmir Şubesinde “Küreselleşme=Köleselleşme” açıldı. İzmir merkezli Saat Kulesi Karikatür Grubu ve Devrimci 78’liler Derneği ile beraber 12 Eylül 1980 darbesinin 30. yılında “Besleyenler ve Beslenenler” karikatür sergisi ve kitabı çalışmalarına katıldık. -Derginizin Türkiye dışında da, örneğin Filistin halkıyla bir dayanışması olduğunu görüyoruz. Bu dayanışmadan söz eder misiniz? . İsrail gizli servisi Mossad’ın Londra’da öldürdüğü Filistinli çizer Naci El Ali adına dünyaya Filistin sorununu hatırlatmak ve meslektaşımız çizer arkadaşımızın anısını yaşatmak için Filistin Kurtuluş Örgütü’nün efsane ismi Leyla Halid’in de jürisine bizzat gelerek eşlik ettiği bir yarışma ve sergisi düzenleyerek Filistin halkının haklı davası ile dayanışmamızı yükselttik. Homur yayın hayatı boyunca topluma yön veren ustalarımız ; Nasreddin Hoca , Aziz Nesin, Ruhi Su, Adnan Yücel, Naci El Ali için sergiler açmış, ulusal ve uluslararası yarışmalar düzenlemiş, yayınlar çıkarmıştır. Homur mizah çalışmalarını hayatın her alanına yaymak istemiş sergi, dergi çalışmalarının yanında 2012 yılında Bulgar yazar Stanislav Stratiev’nin İBB Şehir Tiyatrolarında Arif Akkaya’nın sahneye koyduğu yakın tarihimize göndermeler yapan “Otobüs” adlı tiyatro oyununda sahneye yansıtılan ve canlandırılan karikatürler Homur Grubu tarafından hazırlandı. Türkiye’de bu çalışma karikatürün bir tiyatro oyununda canlandırılarak yoğun biçimde kullanıldığı ilk örnekti.

-Korona salgınının kültürel etkinlik ve buluşmaları büyük ölçüde etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Homur, bu döneme ilişkin özel çalışmalar yaptı mı? Neler yapacaksınız?

Bu konuda daha çok konuşmak isterdim. Ama kültürel ve sanatsal etkinlikler ile üretimlerin durma noktasına geldiği noktada işimiz zor.Diğer sanat alanlarında olduğu gibi hem gazetelerin hem de mizahçıların pandemiden dolayı üretimlerini daralttığı dönem olarak tarihe geçecek. Homur olarak 1.Nisan Dünya Şaka Gününde TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesinde sergimiz vardı, iptal etmek zorunda kaldık. Bu sergi hazır vaziyette bekliyor; ama şu anda açmayı düşünmüyoruz. HomurCUK 31.sayımızı korona salgınına ayırdık. Ama salgın geçinceye kadar dergimizde bu koyuyu çeşitli şekillerde işlemeye çalışacağız. Önümüzdeki günlerde belki korona sergilerimiz için bazı alanlar bulabiliriz.

 

 

17 Eylül 2020 Perşembe

2 Eylül 2020 Çarşamba

Faruk Çağla'yı Kaybettik


Karikatürist, grafiker, akademisyen dostumuz Faruk Çağla'yı Covid-19 virüsü yüzünden kaybettik.



Faruk Çağla'nın tasarladığı logolar

Charlie Hebdo yeniden


Charlie Hebdo, tartışılan karikatürleri yeniden yayımlayacak
Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo, bugün Paris’te başlayacak dava öncesinde, tartışmalara neden olan karikatürleri yeniden yayımlama kararı aldı.
2015 yılında radikal İslamcı örgüt El-Kaide tarafından üstlenilen Charlie Hebdo saldırısıyla ilgili dava bugün Paris’te başlıyor. Dergi, bugün satışa çıkacak sayısında büyük tartışmalara neden olan karikatürleri yeniden yayımlayacak.
Derginin Genel Yayın Yönetmeni Laurent Sourisseau, yeni sayıda yayımlanacak başyazısında, “Asla boyun eğmeyeceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı. Sourisseau, “Bizi vuran nefret hala burada” dedi.
Derginin eski yayın direktörü Philippe Val karikatürlerin tekrar yayımlanmasının, düşünce özgürlüğünü ‘teröre’ karşı savunmak için ‘harikulade bir fikir’ olduğunu dile getirdi.
Fransa İslam Konseyi Başkanı Muhammed Moussaoui ise karikatürleri ‘görmezden gelme’ çağrısında bulundu. Moussaoui “Karikatürize etme özgürlüğü herkes için garanti altına alınmıştır, sevme ve sevmeme özgürlüğü de öyle. Şiddeti hiçbir şey haklı çıkaramaz” şeklinde konuştu.
SALDIRGANLARA YARDIM EDENLER YARGILANACAK
7 Ocak 2015'te Şerif ve Said Kouachi kardeşler, Paris’te bulunan Charlie Hebdo dergisine girerek aralarında ülkenin en ünlü karikatüristlerinin de bulunduğu 12 kişiyi öldürmüştü. Saldırıyı radikal İslamcı örgüt El-Kaide üstlenmişti. Saldırganların suç ortağı olduğu iddia edilen kişiler de Paris'te bir polisi vurarak öldürmüş ve bir Yahudi marketindeki rehin alma olayında ise 4 kişi hayatını kaybetmişti.
Bugünkü duruşmada yargılanacak 14 sanık, bu saldırıları düzenleyenlere lojistik destek sağlamakla ve silah bulundurmakla suçlanıyor.

Macron'dan Charlie Hebdo karikatürleri açıklaması: İfade özgürlüğüne sahibiz açıklaması geldi.
2015 yılında İslamcıların saldırısına uğrayan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun, saldırganlara yardım etmekle suçlanan 14 zanlının yargılanacağı davadan önce saldırıya gerekçe olarak gösterilen karikatürleri yeniden yayımlama kararı almasına ilişkin tartışmalar sürüyor.
Sputnik'te yer alan habere göre, Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında konuyla ilgili fikri sorulan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Gazetecilerin ya da haber merkezlerinin editöryal seçimleri hakkında yargıya varmak bir cumhuriyetin başkanının vazifesi değildir, asla. Çünkü biz ifade özgürlüğüne sahibiz” dedi.
Macron ayrıca birbirine nezaket ve saygı göstermenin, ‘nefret diyalogundan’ kaçınmanın Fransız vatandaşlarının görevi olduğunu da ekledi.