10 Temmuz 2008 Perşembe

Homur'un sansürlenen sayısının öyküsünü Kürşat Çoşkun yazdı...



Maden, Çevre, Mizah, Homur ve saire


Kürşat COŞKUN
Aslında teklif benden gelmişti Homurculara. Her sayısında bir konuyu ele alan ve her sayısı ele aldığı konuyla ilgili demokratik kitle örgütü ya da örgütlerinin sponsorluğunda yayınlanan Homur’un yayın anlayışı ve yayınlanma biçimi geçen yıl Ereğli’de bir arada olduğumuz bir sohbet sırasında bana anlatıldığında, “o zaman bir sayı da madencilik üzerine, ağırlıklı olarak da bir Zonguldak sayısı yapalım” demiştim. Konuyu TMMOB Madenciler Odası Zonguldak Şubesi’ndeki yönetici arkadaşlara açtığımda onlar da benimsediler ve işe giriştik. İlerleyen süreçte bu sayının yalnızca Zonguldak için değil, Oda Genel Merkezi’nin de desteğiyle tüm ülke sathına dağıtılacak sayıda basılması düşüncesi gelişti. Dolayısıyla madencilik konusu yalnızca kömür boyutuyla değil, tüm boyutlarıyla işlenecekti.

Karikatürcü dostlar çarpıcı çizgileriyle madenin ve madenciliğin sorunlarını işlerken, mizah yazarları da boş durmuyor, en hınzır espri ve yazılarıyla derginin içeriğini zenginleştirmişti. Ve dergi hazırlanıp da baskı aşamasına geldiğimizde, ilginç bir sansürle karşı karşıya kalıverdik. Derginin hazırlık çıktılarını inceleyen Oda Genel Merkez yöneticileri, rahatsız oldukları bazı yazıların dergiden çıkarılmasını istediler. Homurcular ise derginin Oda bülteni değil, soruna ayna tutan bir mizah yayını olduğunu belirterek, böyle bir şeyi asla kabul edemeyeceklerini söylediler ve ip koptu.

Peki zurnanın zırt dediği yer neydi? Aşağıda madenciliği salt mesleki alan olarak gören, sürdürülebilir bir çevre anlayışını meslek ilkelerinden çok sonra düşünen dostlarımızın itirazlarına konu olan Atay Sözer’in enfes yazısını yayımlıyorum. Yayımlıyorum ki, Bergama’da, Kazdağları’nda, Fırtına Vadisi’nde yaşanan çevre vahşeti yalnızca kapitalizmin para hırsından mı kaynaklanıyor, yoksa çevreciliği kumsallarda poşet toplamaktan ibaret sanan, dünyanın yalnızca insanlar için varolduğuna kendine inandırmış okumuş (ama anlamamış) aydınlardan mı kaynaklanıyor, daha iyi anlaşılabilsin. “Meslek adamı” yaftası uğruna tüm dünyanın geleceğini tehlikeye sokan bu anlayışı önce okuyucuların sonra da madenciliğin piri sayılan ve 1557’de kaleme aldığı De Re Metallica adlı yapıtıyla bundan 450 yıl önce çevreciliğin de öncülü olan Georg Agricola’nın izan ve insafına bırakıyorum.İşte Atay SÖZER'in sansürlenen yazısı:



CİA – NUR

Siyanür altın işletmesinde kullanılır. Siyanür de insanın ciğerini doğrar , içten içe öldürür; her ne kadar" önlem alınsa da ne kadar güvenileceği belli olmaz. Çünkü işin acısı sonradan çıkar ortaya. Hani Çernobil olayından sonra bazı sivri zekalar ortaya çıkıp “Radyasyon zararsızdır hatta eser miktar da alınırsa faydası bile olur, hele hele erkekliğe afrodizyak etkisi vardır” türünden laflar etmişlerdi ya, birkaç yıl sonra insanlar kanserden dökülmeye başlayınca aynı sivri zekalılar Çernobil’i çoktan unutup bu durumu takdiri ilahiyiye bağlamışlardı ya… Zamanında yenilen hurmaların sonradan tırmalamaya başlaması gibi siyanürün etkileri de çıkıp hayatlar sönünce “mukadderat” denilip geçilecektir.Aslında altını değil ama böyle sivri zekalı cevherler siyanürle aranmaya başlandığında dünya rahat bir nefes alacak galiba.Bugün Kazdağı’nda, Efemçukuru’nda olanlar altın arama konusunda siyanür ötesi vahim durumlar olduğunu gösteriyor.Kazdağı, adına uygun düşsün diye yolunmuş kaza döndürülme uğraşı içinde…Efemçukuru köylüsü en güzel üzümleri yetiştirirken karşılarında altın arayan şirketleri buldular, toprağımı sattım-satmadım derken devlet gelip halk adına kamulaştırdı o toprakları!Kamulaşan toprak artık devletin, onu halk adına istediğine satar artık!Zaten her şey satılığa çıkmadı mı, parasını verene babalar gibi satıyorlar dağı taşı…BOP yolunda nurlu ufuklara doğru ilerliyoruz yani kelimenin tam anlamıyla BOP yoluna giriyoruz dostlar.Ilımlı İslam yani ki ABD ile uyumlu İslam hazır; CİA ve NUR el ele, omuz omuza…Mr.Bush’un tuzu, Saidi Nursi müridi hocaafendinin biberiyle pişti aşımız… Aşın adı CİANUR… Madenler onunla aranır…Dumanı insanın içini dağlar, içten içe yakar, bitirir; çok sonra çıkar acısı…Bir bakarsın iş içten geçmiş, topraklar elden gitmiş…CİANUR’un ettiklerini unutup nedeni gene üst kata havale edip vicdanı rahatlatacağız; diyeceğiz ki takdir-i ilahi…


***


Bu da madenciliğin piri Agricola'nın 450 yıl önceki yazısı:

"Maden filizinin aranması sırasında kayalar kırılmıştır, (...) ormanlar kesilmiştir; çünkü sayısız ağaç yapı işlerinde kullanılmak üzere demiri eritmek için kullanılmıştır. Ormanların yerle bir edilmesiyle, insanlara hoş ve nefis gıdalar sunan kuş ve diğer hayvan türlerinin de kökü kurudu. Maden filizinin yıkanması sırasında derelere, ırmaklara zehir saçıldığı için, balıklar ya uzaklaştılar ya da telef oldular. Ormanların, kayaların, derelerin ve ırmakların yok olması nedeniyle buraların sakinleri, yaşamak için gereksinimlerini duydukları şeylerin nasıl sağlandığından büyük bir utanç duydular. Kaldı ki, ağaçların yok olmasıyla yaşanan kayıp, evlerin daha da pahalıya mal olmasına yol açtı. Bu kaybın, ocaklarındaki aramalardan kaynaklanan maden filizindeki fireden daha büyük olduğu görülmektedir. "

Kaynak: http://kursatcosgun.blogcu.com/

Hiç yorum yok: