29 Ağustos 2021 Pazar

Atilla Atala Söyleşisi


 

Atilla Atala'nın Yeni-E dergisi için yaptığı söyleşi

Söyleşi: Nazlı Toprak

Küçük İskender, Miles Davis, Nina Simone, Chick Corea ve daha pek çok sanatçının Yeni E okuyucuları için ortak noktası, haklarında yazılan yazılarının Atilla Atala’nın siyah beyaz ikonlarıyla örtüşmesi. Bu sayımızda, iç mimar, endüstri tasarımcısı,  grafiker, karikatürist ve ressam Atilla Atala ile geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Gallery 11.17’de “Cazın Görsel Ritmi” ve Bodrum’da Dibeklihan’da “Caz Performans” isimleriyle düzenlediği sergileri ertesinde söyleştik. Bugüne kadar düzenlediği 5 kişisel sergisinde de sadece Caz’a odaklanan Atilla Atala, ayrıca toplumsal itirazlarını karikatür ve fotoğraf gibi görsel sanatlarla dile getirmektedir. Söyleşimizde caz ikonlarından diğer disiplinlerdeki çalışmalarına kadar sanattaki yolculuğunu anlattı.

“Caz; kutsanan bireyselliğin kusursuz kolektivizmi” 

Dergideki siyah-beyaz ikonlarınız okuyucularımız tarafından ilgiyle karşılanıyor. Caz sanatçılarını, Bizans ikonalarından esinlenerek tuval üzerinde veya heykeller aracılığı ile yorumluyorsunuz. Nasıl başladı ikonların serüveni?

Resim çalışmalarımı caz sevgimle birleştirip kendi üslubumu yaratmaya çalıştım. Bilirsiniz, Bizans ikonalarında azizler, saygı sunumunda bir araçtır. Ben de caz müziğini sevdiğimden caz sanatçıları üzerinden caza saygı, sevgi duruşunda bulunmak istedim. Sevdiğim ve dinlediğim müzisyenlerin ikonlaşmış fotoğraflarından yararlanarak ikonik portreler yorumlamaya başladım. Tabi yola çıkışım Bizans ikonaları, onlardaki perspektifsizlik, yüzey resmi olması oldu ama oluşan bu biçim dilinde sanat tarihindeki geometrik soyutlama anlayışları ve Gestalt algı kuramı da yer bulmakta. Bu anlayıştaki caz müzisyenlerinin portrelerine 2009 yılında ilk kez Miles Davis’i çizerek başladım. Seyredenleri de cazı duyumsamaya davet etmek istedim. Bugüne kadar Türk ve yabancı caz sanatçılarının toplam 38 portresini çizdim ve bazılarının heykelini yaptım.


“Gözlüklerin var, pilot olma ressam ol!” 

Görsel sanatlara ilginiz nasıl başladı, hangi yollardan geçtiniz, anlatır mısınız?

İlkokuldan beri resim çizmeye, karikatür okumaya merakım vardı. Dergilerde verilen reprodüksiyonları biriktirirdim, Red Kit, Tenten figürlerini çizerdim. Kovboy filmlerine meraklıydım, kendimce küçük band hikâyeler çizerdim. İlkokulda okurken gazete çıkartırdım arkadaşımla, gazetenin amblemini çizmiştim, gazeteyi mahallede büyüklerimize okutup her okuyandan 25 kuruş kazanırdık. Pilot olmak gibi çocukluk hayallerim vardı ama ilkokul öğretmenimin “gözlüklerin var pilotluk zor olur, sen ressam ol” demesiyle sanatla ilgili kariyer yolculuğumu neredeyse şekillendirdi!

Çizmeye merakım ilgim Vefa Lisesi’nde okurken de sürdü, resimlerim sergilere seçilirdi. Ancak üniversitede güzel sanatlar fakültesinde okumak için ilk sene yetenek sınavlarını kazanamadım, sınav puanlarımla İktisat – İşletme de okuyabilirdim ama geçmiş kültürlerle, görsel sanatlarla ve mimariyle ilgisi nedeniyle arkeoloji okumayı tercih ettim. Bir sene İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Prehistorya bölümünde okudum, bir yandan da bir yakınımızdan yoğun desen dersleri alarak Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’na girdim. O dönemler, endüstri tasarımı eğitimi yeni yerleşiyordu. 1979 yılında İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı olarak mezun oldum. Bir taraftan da resim ve karikatür çalışmalarım oluyordu, 1981 yılında karikatür yarışmasında ödül aldım. Özel sektörde bir süre endüstri tasarımcısı olarak çalıştım, sonra bir arkadaşımla kendi iç mimarlık, fuar standı tasarımı ve grafik tasarım çalışmaları gibi tanıtım hizmetleri vermek üzere kendi şirketimizi kurduk. Çizmeye çok vakit ayıramıyordum. 

“Tasarım cevap verir, sanat soru sorar”. Benim de aklım hep sanattaydı. Son 10 -12 yıldır işlerimi azaltıp  şirketimi tasfiye edip resim ve karikatür çizmeye ağırlık verdim. Ayrıca fotoğrafı bir anlatım dili olarak kullanarak fotoğraf çekiyorum ve bir yandan da üniversitede temel sanat dersleri veriyorum.

Caza ve müziğe merakınız nasıl başladı?

Babamla amcamın Tünel’de ortak plak ve kırtasiye dükkânı vardı, çocukluğumda dükkânımıza gittiğim zaman yabancı çizgi dergilere bakarken müzik de dinlerdim. Caz ve klasik sevgim dayımın koleksiyonları ile de gelişti. Cazı da bu şekilde lise çağlarımda sevmeye ve dinlemeye başladım. Yalnızca caz ve klasik değil rock müzik de, türküler de dinlerim. Caz hepsiyle kaynaşabiliyor zaten. Cazdaki bireysellik, doğaçlama önemli geliyor bana, bir yandan da kusursuz bir kolektiflik var, dayanışma var onun içindir ki “Caz; kutsanan bireyselliğin kusursuz kolektivizmi” diyorum. Grup içinde solo çalışlara diğer elemanların destek vermesi, rekabetsiz dayanışma ortamı beni hep etkilemiştir. İcra sırasında sanatçı solo bir performans ortaya koyarken bile kolektif bir duyguya bağlı kalıyor. Bu bireysellik beraberinde ikon fikrini getirdi. Bireysel özgürlüğün içinde kolektivizm var, tabi bir de cazın sosyolojik olarak doğuş nedenleri, tarihsel süreci, bir direniş müziği olması beni etkiler. Caz sevgimle resim sevdam birleşince bir üslup gelişti.

“Düzene karşı tepkilerimi karikatür ile dile getirmeye çalışıyorum”

Karikatür çizmek sizin için neler ifade ediyor?

22 yıldır Homur isimli bir mizah ve karikatür grubumuz var. Söz söyleme ortamı olarak Homurcuk ve Homur isimlerinde 2 dergiyi demokratik kitle örgütleri desteği ile çıkartıyoruz. Dergiler para ile satılmıyor, yayınlanma zamanı da dile getirmek istediğimiz sorunlara göre belirleniyor ki Türkiye’de konu sıkıntısı maalesef pek çekilmiyor. Toplumsal itirazımı mizah diliyle çizerek görselleştiriyorum. Sisteme, düzene karşı düşüncelerimi karikatür ile dile getirmeye çalışıyorum. Dergi içerikleriyle ilgili örnek verecek olursam; son sayımız Karadeniz’deki doğa kıyımları ile ilgili idi, nükleer santraller ile ilgili bir sayıyı Elektrik Mühendisleri Odası ile yayınladık, sağlığın ticarileştirilmesine karşı Türk Tabipler Birliği ile bir sayı çıkarttık. Karikatür sergileri de düzenliyoruz. Ayrıca, önceki yıl Caner Temiz’in Ozan Yayıncılık tarafından yayınlanan kadın cinayetlerine yönelik hazırladığı Mor Tabutlar kitabını görselleştirdim. Kitapta duygusal bir yaklaşımla yazılan metinleri rahatsız edici çizimlerimle örtüştürerek, bu can yakıcı soruna dikkat çekmek, farkındalık yaratmak istedik. 2019 Yılında Canavar Mı Yok Mu? oyununun gölge oyunu çizimlerini yaptım. “Sanatın farklı disiplinleriyle ilgilenmeyi tercih ediyorum, her disiplinin ayrı bir dili oluyor. Yine fotoğrafı da bir söz söyleme aracı olarak kullanıyorum. Bu bağlamda Red Fotoğraf Grubu çalışmalarına katılıyorum, sergiler düzenliyoruz, albümler, dergiler çıkarıyoruz. Bir fotoğraf çalışmamdan da kısaca bahsetmek isterim. Bu çalışmamın odak noktası kâğıttan kırmızı renkli bir kayık, Kırmızı Kayık. Hani çocukken kağıttan yapıp suda yüzdürmeye çalıştığımız kayık. Onu farklı ortamla koyup fotoğraflayarak metaforik bir anlatımla izleyenleri düşsel yolculuğa çıkarmayı hedefliyorum. Bu yolculuk içinde özel hayat dünyamdan anlar ve siyasete dair eleştiri ile geleceğe ait umut verecek kavramsal fotoğraf kurguları oluşturuyorum.

Yeni e dergisindeki ikonları çiziş şeklinize biraz daha yakından bakacak olursak, ağırlıklı siyah beyaz parçalı resimleriniz, ama enstrümanlar renkli. 

Evet, ilk ikona serimde ve sonrasında Yeni e dergisinde senin yazdığın yazılara çizdiğim resimlerde düz siyah fon cazın köklerindeki hüzne ve zor yaşam şartlarına gönderme yapıyor. Enstrümanları ise gökkuşağı renkleriyle boyuyorum.  Müzikteki armoniyi çağrıştıran ve tanımlayan bu gökkuşağı renklerini Bizans ikonalardaki yaldızlı fonlardan esinlenerek kullandım. Bir yerde solo performanslarındaki  bireysellikleriyle öne çıkan caz sanatçılarının kolektif icraları sırasındaki müzikal ahenk ve uyumları, enstrümanlarda gökkuşağı renkleriyle ifadesini buluyor. Bu ilk seriden sonraki süreç içinde tuvalle beraber kontraplak, osb, arduvaz gibi farklı malzemeler kullanmaya başladım ve ikonalar daha geniş alanlarda renklenmeye başladı. Bu çalışmalarımdaki renk paletimde cazın derin renklerini tercih ediyorum. Bir caz parçası nasıl farklı yorumlarla icra ediliyorsa ve bir performans diğerinden farklı olabiliyorsa ben de aynı ikonu farklı malzemede, farklı boyutta, farklı kompozisyonda ve renklerde de yorumluyorum.

İkonunu yapacağınız sanatçıyı hangi kriterlere göre seçiyorsunuz?

Severek dinlediğim, sempati duyduğum, sahnede dinlediğim sanatçılara ağırlık veriyorum. İkonlaşmış fotoğraflarından yararlanarak çalışıyorum. Bilirsiniz, bazı sanatçıların akılda kalan performans halindeki duruşları vardır. Örneğin, Bill Evans’ın çalış stili, kafası klavyeye değdi değecek haliyle aklımıza gelir genelde, ya da müzisyenlerin icra sırasındaki trans halleri, ben de onları öyle çizdim, onları performans sırasındaki halleriyle. Ama örneğin Sibel Köse’nin, Önder Focan’ın ikonlarını, kendi çektiğim fotoğraflardan hazırladım. Tuna Ötenel’in resmini ise 3 ayrı fotoğrafından çalışarak oluşturdum.

Chick Corea’yı hep çizmek istiyordum mesela, ölünce içten içe bir pişmanlık duydum, neden çizmeyi ihmal ettim dedim. Senin Yeni e dergisi için yazdığın Chick Corea’nın ardından anma yazın ile zamanında örtüştü benim onu çizmem. Üstelik kısa sürede 2 farklı pozunu çizmiştim. Çizmek için duygularımla hareket ediyorum diyebilirim. Çalışırken de o müzisyenin müziğini dinlemek keyif veriyor.

Kimler sizin caz ikonlarınız, neden? Biraz da onlardan bahsedelim mi?

Birkaç tanesine değinecek olursak

Miles Davis – Albümleriyle, daima yenilikçi caz anlayışıyla, dönemlere imzasını atmasıyla, trompetinin tınısıyla, yaşam stiliyle en ikonik sanatçılardan. Miles Davis, cazın Picasso’su benim için. O’nun “Sus” işareti ikoniktir. Ben de siyah beyaz seride elini renklendirerek hem trompete vurgu yaptım hem de “herkes sussun” diye yorumlayarak ikonu biçimlendirdim. Daha sonra o pozunu duvar heykeli yaptım ve farklı malzeme üzerinde renkli olarak yorumladım. 

Billie Holiday- İçten ses, kraliçe. 44 yıl yaşamış. Hayatı zorlukla geçmiş, bu dramlar sesine yansıyor.  Cazın arkasındaki felsefe, caz müzisyenlerinin  müzikle yaşama tutunmaları, müziklerinin arkasındaki yaşantılar beni hep etkilemiştir. Louis Armstrong’un bir sözü aklıma geldi; “Çaldığımız hayatın kendisidir.” Billie, dinlerken içimizi titretiyor. Hemen, şimdi “Strange Fruit” dinlemeli.


Charlie Parker- Bird olmadan caz olmaz. Kısacık bir ömürde müthiş bir kariyer.

John coltrane – Cazın evliyası. İlk dinlediğim albümlerden. 

Chet Baker–Ölümsüz sesi, ölümsüz trompet çalışı var. Ulvi geliyor üflemesi. Dişleri kırılıyor fakat müziğe sıkı sıkı sarılıyor, uyuşturucu batağı derken otel odasından düşerek ölüyor. Ama arkasında bıraktığı albümlerinin devri geçmiyor.

Nina Simone-Müziği ile siyaset yapan bir sanatçı. Protest müzisyen.

Bill Evans-Lirik, duygusal cümlelerin klas piyanisti. 

Esbjörn Svensson – İskandinavya’dan gelen lirik piyano sesi, her ne kadar son yıllarında elektronik müziğe yönelmiş olsa da.  Genç yaşta bıraktığı yerden yaşamaya devam ediyor.

Maffy Falay-Duayen caz sanatçımız. İlk heykel çalışmamı onun portresiyle gerçekleştirdim.

Sibel Köse – Benim için cazın kraliçelerinden. Genç sanatçı yetiştiriyor, yol gösteriyor. 

Kendisine ait çizdiğiniz ikonalarınızı gören yabancı sanatçılar oldu mu?

2009’da Charlie Haden’i çizdim. Uluslararası bir web sitesine yükledim. Ertesi gün sanatçıdan tebrik eden bir mesaj geldi. Önümüzdeki sene İstanbul’a geldiklerinde görüşmek istedikleri yazıyordu. 2010’da Geldikleri zaman kulise davet etti. Resmi büyük boy poster olarak bastırıp hediye ettim. Eşi Ruth Cameron ile çok sıcak ilgi gösterdiler. Hatta ilk sergimde sosyal medya üzerinden destekledi. Cazcıların çoğunun mütevazı olmalarına her zaman şahit olmuşumdur. Bu ilgi beni daha da cesaretlendirdi ve büyük boyutta tuval çalışmaya motive etti. Zamanla görsel dili geliştirdim, tuvalden başka ahşap üzerine ve heykele aktarmaya devam ettim.

Bir de heykelleriniz var çok boyutlu ürettiğiniz?

Evet resimlerini yaptığım müzisyenlerin bu resimlerinden hareketle heykellerini yapıyorum. Heykeller için paslanmaz çelik malzeme, metal kullanıyorum. İlk heykelimi Maffy Falay portresi olarak yaptım. Miles Davis’in kendi boyunda heykelini yaptım. Çizdiğim portreleri DWG formatında yeniden çizip lazerle kestiriyorum ve ritm duygusu yaratmak için arka arkaya montajlıyarak devamlılık kazandırıyorum. Duvara asılan, yine yaptığım resimlerden hareketle çelik heykeller yapıyorum. Bunlardaki parçalı geometrik yüzeyler farklı ışık kaynakları altında farklı gölgeler yaratıyor ve bunların izleyende ritm duygusu oluşturmasını hedefliyorum.  

Pandemi dönemi bir sanatçı olarak sizi nasıl etkiledi? 

Müzisyenler özellikle bu dönemden çok olumsuz etkilendi, sahne alan müzisyenlerle beraber bu sektörde geçimini kazanan müzik emekçilerinin gelirleri düştü ve destek alamadılar. Görsel sanatçılar olarak biz ise atölyelerimizde veya evlerimizde çalışabildik.  Sanat hayata tutunmanın bir yolu. Gözlemlediğim kadarıyla, insanlar kendi içlerine dönerek, doğaya kaçarak düşünce süreçlerini uzattılar. Paul Klee’nin “Sanat, biçim oluşturan düşünme etkinliğidir.” diye bir sözü var. Ben de çalıştıkları kadar da düşünmeyi hatırlatırım öğrencilerime. Kendi içimize döndük, tabi ki maddi manevi sıkıntılar oldu, sosyalleşmeler de aksadı ama olumlu taraftan bakmak istersem bu dönem kendime daha fazla vakit ayırabildim. Bazılarımızın sosyal medyadan sanatla ilgili paylaşımları incelemeye daha çok vakitleri oldu. 

Bundan sonraki planlarınız ne?

Sanat bir serüven, süreç, yeni düşünceler nasıl bir dil oluşturur bilemiyorum. Devam… 

Bu röportaj ile yine senin bir yazında ortaklaşmış oluyoruz, çok teşekkür ederim.


Hiç yorum yok: