Homur Mizah Grubu
Parayla satılmayan, gerektiği zaman çıkan dergi
20 Temmuz 2024 Cumartesi
Necati'yi Anıyoruz
Katledilişinin 44.Yılında Kemal Türkler
![]() |
Atilla Atala |
Can Kartoğlu
Daha 18’inde sarı defterine; günlüğüne “Hayat henüz sayfası açılmadık bir romandır” diye yazan, 20’sinde de “İnsana en lüzumlu gıda hür havadır. Çalışma ve metanet ideal yolcusunun en önemli birer malzemesidir. Saadetin en büyüğü insanları sevmek zevkindedir” diyen “ideal yolcusu” Kemal Türkler’dir. Hep çalışan, eve el kadar çocukken bile ekmek getiren, öyle üstünkörü değil ne yapıyorsa layıkıylayapan, hem kendini, hem işçi sınıfını ayağa kaldıran, baktığı yerden geleceği görebilen, akıl ve zekânın, duygu ve dayanışmanın gücüyle işçi eylemlerinin, direnişlerin, grevlerin beyni, kalbi, kitle önderidir… Emek tarihi, bir sendika başkanının yoktan neyi, nasıl var edebileceğini ondan öğrenir… TİP’in kuruluşu, Cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel işçi mitingi olan 1961 Saraçhanebaşı Mitingi, 1963 Kavel Grevi, DİSK’in kuruluşu, 15-16 Haziran 1970 Direnişi, 1976 DGM Direnişi, 1 Mayıs 1976, 1 Mayıs 1977 kutlamaları… daha nice direniş… daha nice kazanım… Onun ve arkadaşlarının eserlerindendir… Nice gözaltı, nice tutukluluk yaşayan yine odur… İşçinin direnme ve dinlenme hakkını savunan, söke söke alan da… Çok iyi satranç oynayan, mükemmel dikiş diken, kızlarına o nefis “baba köfte”lerini yapan, Lozan’a sendika toplantısına gittiğinde daha altı aylık kızı Nilgün’e gönderdiği kartpostalın arkasına “Kanarya gibi ötüyor musun? Bu kartı saklayacak, annen büyüyünce sana verecek” diye yazan yine Kemal Türkler’dir. Delikanlıyken okuduğu Victor Hugo’nun Sefiller’i için notlar alan da… DİSK’in bir ideolojik yapıya sahip olduğu gerçektir. DİSK’in ideolojisi, işçi sınıfının temel ideolojisi olan sosyalizmdir. DİSK’in yöneticileri de sosyalist kişilerdir” diyen de… DİSK’in sosyalizmi “işçi sınıfının bilimi” olarak savunduğu dönem de Türkler dönemidir.
1954’ten beri T. Maden-İş’in, 1967’den 1977 yılı sonuna kadar da DİSK’in Genel Başkanı olan Türkler,evinin önünde faşist katiller tarafından 22 Temmuz 1980’de eşinin, kızlarının gözü önünde öldürüldüğünde 22 Temmuz 1980’dir. Yaşı 54’tür. Yıllar geçecek, Av. Ergin Cinmen, “Kemal Türkler cinayeti davasının zamanaşımından düşürülmesinin Adalet Bakanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın müşterek hizmet kusuru olduğunu belirterek İstanbul İdare Mahkemesi’nde tazminat davası açtım. Müşterek hizmet kusuru, çünkü sanığı 19 yıl yakalayamadılar, 15 yıl da yargılayamadılar, sonunda zamanaşımından davanın düşmesine karar verildi.” diyecektir.
Birleşik Metal İş Sendikası ve Kemal Türkler Eğitim ve Kültür Vakfı(KETEV)işbirliğiyle basılan, Mehmet Ulusel’in tasarladığı, toplu sözleşme uzmanı, emek tarihi yazarı Can Şafak’ın yazdığı, su gibi akan, kalp gibi atan KEMAL TÜRKLER KİTABI ile ilgili olarak Can Şafak’la söyleştik.
Türkler’in günlüklerinden başlayalım mı?
Kemal Türkler’in günlükleri “Kemal Türkler Kitabı” ile birlikte gün yüzüne çıkmış oluyor. Elimizde üç sarı defter var 1945-1948 yıllarında Türkler tarafından kaleme alınmış. Bu defterlerde çok genç bir insanın iç dünyasına ulaşabiliyoruz. Kemal Türkler’in şiirler, hikâyeler yazdığını, deyişler kaleme aldığını görüyoruz. Hayata bakışını görüyoruz. Bu günlüklerde beni en çok etkileyen, satır aralarında bulduğum vefa duygusu oldu.Sonraki yıllarda Kemal Türkler’in bilinen yaşam öyküsünü bu çerçevede yeniden düşünmek beni çok sarstı. Demir-İş’in Maden-İş’e dönüştüğü ‘50’lerde Maden-İş gazetelerindeki fotoğraflara, bu fotoğrafların altındaki yazılara sinen bu naif ama yapmacıksız, çok sahici çabalara bir başka gözle bakmaya başladım. Demir-İş’in Bakırköy Semt Şubesi’nde tanıdığı Ruhi Yümlü’ye, Kazım Narmanlı’ya, dostlarına ve birlikte inanarak yürüyüp geldikleri yola bağlılığı, bana vefa borcunun her türlü siyasetin üzerinde olduğunu hissettirdi.
El kadar çocukken terzi yamaklığıyla işçiliğe başlayan çocuk,İstanbul’a geliyor, Bakırköy’deki Emayetaş fabrikasında çalışmaya başlıyor. Sonradan Maden-İş adını alacak olan Demir-İş’e üye oluyor. Sonra Genel Sekreter, sonra Genel Başkan… İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoluyor. Üniversite öğrenciliği ile sendikacılık bir arada yürümeyince fakülteyi bırakmak zorunda kalıyor. Sendikadan eve döndüğünde, dikiş makinesinin başına oturuyor, tıkır tıkır gömlekler dikiyor. Anlatır mısınız, bu gömlekleri dikip ne yapıyor Kemal Türkler?
‘50’li yıllar sendikaların malî olarak son derece zayıf olduğu yıllar. İşçi aidatlarını fabrika fabrika gezerek elden topluyorlar. Toplayabildikleri kadar... Ama umut var. Ruhi Yümlü, bu yıllarda Kemal Türkler’le birlikte sendikaya gelir bulabilmek için akşamları sendikadan çıkınca Mahmutpaşa’da ayakkabı, gömlek sattıklarını anlatır. Kemal Türkler’in dikiş makinesinde tıkır tıkır diktiği gömlekler işte bu gömlekler. Eşi Sabahat Türkler de ona yardımcı oluyor evlendikten sonra. Sabahat Abla’nın dikiş makinesi KETEV Kemal Türkler Müzesi’nde hâlâ duruyor.
Kemal Türkler’in alametifarikası nedir?
Kemal Türkler, Türkiye sendika hareketini en fazla etkilemiş olan sendikacı. Bu hiç tereddütsüz böyle. Cesur, kararlı, inatçı bir insan. Geleceği sezen bir insan Türkler. Ama bence Kemal Türkler’in ayırıcı yanı bu özellikleri değil. Onun ayırıcı iki yanı, yaratıcılığı ve girişimciliği. Türkler’in gittiği yurt dışı gezilerinde tuttuğu notlar -ki böyle bir başka sendikacı ben bilmiyorum- o ülkelerdeki sendikaların örgüt yapısından faaliyet alanlarına kadar ayrıntılı bilgilerle dolu. Türkler yurt dışına gezmeye gitmiyor. Amacı öğrenmek ve döndüğünde gördüklerini kendi sendikasında uygulamak. Yapı kooperatifi girişimleri, Maden-İş işçi pazarları (MİPAŞ), Maden-İş Eğitim ve Dinlenme Tesisleri (MİTES) bütünüyle Kemal Türkler’in eseridir. MİTES bugün Birleşik Metal İşçileri Sendikası’na ait ve adı Kemal Türkler Eğitim ve Dinlenme Tesisleri olarak değiştirildi. İşçiler bugün de orada aileleriyle birlikte tatil yapabiliyorlar.
Kemal Türkler, “DİSK’in bir ideolojik yapıya sahip olduğu gerçektir. DİSK’in ideolojisi, işçi sınıfının temel ideolojisi olan sosyalizmdir. DİSK’in yöneticileri de sosyalist kişilerdir. İşçiler yapıları icabı sosyalisttirler.” diyor. Türkler’in bu saptamasındaki gerçeklik payı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir parti mi sendikayı desteklemeli yoksa sendika mı partiyi?
Kemal Türkler bu sözleri 1971’de söylemiştir. 1961’de TİP’in kurulmasından, 1968 baharından, 15-16 Haziran direnişinden, solun ve işçi hareketinin artan bir ivmeyle yükselmekte olduğu bir dönemden geçip gelen Türkiye’de sosyalizm‘60’ların sonlarından başlayarak yıldızı parlayan bir kavramdır.1970’lerin ortalarına kadar DİSK de kendini bu kavramla tanımlamıştır. Bu kavram, ‘60’larda “devrimci sendikalar” olarak anılan ve 1967’de DİSK’i kuran sendikaların ve sendika liderlerinin Türkler’in ifadesiyle “ideolojisi” idi ve onların bir örgüt olarak sendikaya bakışını yansıtıyordu.
Bu ‘70’lerin ortalarına kadar sürdü. Maden-İş 1965’te DİSK ve Maden-İş 1969’da yapılan genel seçimlerde TİP’i destekledi. DİSK ve Maden-İş sosyalizmi bir hedef olarak işçi sınıfının önüne koydu. 1975 yılında toplanan DİSK’in 5. Genel Kurulu sonrasında DİSK yeni bir sendikal anlayışa “demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı” ilkelerine yöneldi. Bu dönemde de DİSK, sosyalizmi “işçi sınıfının bilimi” olarak savundu. Bu, Türkiye’de ve dünyada sosyalizmin mevzi kazanmaya başladığı dönemin şartları altında gerçekçi bir yaklaşımdı. Bir siyasi tercihti.
Sendika hareketinin siyasi tutum alması ve bunu açıklaması, siyaseti işçi sınıfının talepleri yönünde etkilemeye çalışması bence mutlaka olması gereken bir şey. Bir siyasi partiyi desteklemek de buna dâhil ve bunun yollarından biri. Bir dönem çokça tartışılan “sendika-parti” meselesinde kritik olan, sendikanın örgütsel bağımsızlığını korumasıdır diye düşünüyorum.
Türk-İş’in“Partilerüstü politika” ilkesine Kemal Türkler nasıl yaklaşıyordu?
DİSK, 1973 ve 1977 genel seçimlerinde CHP’yi destekledi. Kısaca DİSK her zaman siyasetin içinde oldu, tarafını belli etti. “Devrimci sendikalar” daha Türk-İş içindeyken bile Türk-İş’in “Partilerüstü Politika” anlayışının karşısında tutum almışlardı. DİSK, daha kurulduğu yıl olan 1967’de yayımladığı “Türk-İş Çıkmazı” adlı ilk broşüründe “Partilerüstü Politika” anlayışını ağır bir biçimde eleştirmişti.
Bugün emek tarihinde bir Kemal Türkler çıkmamasının nedeni ne?
Her devrin konjonktürü farklı. İnsanları şartlar ortaya çıkarıyor. Kemal Türkler, Rıza Kuas, İbrahim Güzelce, Necmettin Giritlioğlu ve daha nicelerisolun ve işçi/sendika hareketinin yükseldiği bir dönemde var oldular. Bugün, sol da işçi/sendika hareketi de ‘90’ların başlarından bu yana sürüp giden bir çözülme dönemi içindeler. Bence fark burada, neden de bu.
*
Kemal Türkler, 12 Eylül’e bir buçuk ay kala 22 Temmuz sabahında öldürüldüğünde işçiler işi bırakır, 25 Temmuz 1980’de Türkler, yüz binlerce emekçinin katıldığı bir törenle Topkapı Çamlık Mezarlığı’nda defnedilir. Sennur Sezer, “Kemal Türkler’inSon Sözleridir” adlı şiirini yazar:“Aldandı yeniden / Beni vuranlar / Sürü şaşırır yolunu başı yitince / Sürü değilsiniz ki siz / İşçisiniz / Silin gözlerinizi görevdesiniz / Kitapları öldüremezler / Alanlarda bizi vuranlar / Tarihi geriye döndüremezler”Siz o gün şalterleri indiren işçilerin çocukları, torunları! Bugün direnen işçiler! Bu kitap sizin için!
KAYNAK:BİRGÜN
KEMAL TÜRKLER'İN SON SÖZLERİDİR
Silin gözlerinizi
Aldandı yeniden
Beni vuranlar
Sürü şaşırır yolunu başı yitince
Sürü değilsiniz ki siz
İşçisiniz
Silin gözlerinizi görevdesiniz
Bunca akıttıkları kan
Değiştiremez tarihi
Yazar cellatlığını onların
Bir kez daha tarih
Acınız unutturamaz görevinizi
Silin gözlerinizi
Alın terinindir yarın
Yokolup gitmenin telaşında katiller
Durduramaz savaş ortasında yürüyüşü
Saflarda düşenler
Kitapları öldüremezler
Alanlarda bizi vuranlar
Tarihi geriye döndüremezler
Hoşçakalın
Sürdürün savaşı arkadaşlar
Sennur Sezer (22 Temmuz 1980)
![]() |
Cumhuriyet arşiv |
5 Temmuz 2024 Cuma
2 Temmuz 2024 Salı
31.Yılında Madımak katliamı
30 Haziran 2024 Pazar
İRFAN YALÇIN’I KAYBETTİK
Edebiyatımızın en önemli isimlerinden İrfan Yalçın da edebiyat
tarihi içindeki yerini aldı.
23 Nisan 1934’te Zonguldak’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Fransızca
öğretmenliği yaptı. 1972 yılında öğretmenlikten ayrılarak İstanbul’da bir
kitabevi açtı ve Z Yayınevini kurup yönetti.
Varlık ve Türk Dili dergilerinde yayımladığı şiir, öykü ve
çeviri yazılarından sonra, bir süre yazın yaşamına ara verdi. 1959 yılından
itibaren hikâye, eleştiri ve çevirileri Varlık, Türk Dili, Soyut, Gelecek,
Yeditepe, Yansıma dergilerinde yayımlandı. Yeni Dergi’nin 1968 yılında açtığı
bir yarışmada “İnce Memed” eleştirisiyle ikincilik, Milliyet Yayınları 1974
Roman Yarışmasında Pansiyon Huzur (1975) romanıyla ikincilik, Ölümün Ağzı
(1979) romanıyla da 1980 Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü kazandı. Tiyatro oyunları
yazdı. Pansiyon Huzur ve Fareyi Öldürmek adlı romanları sahneye uyarlandı. Maden işçilerinin anlatıldığı Ölümün Ağzı adlı
eseri Rusçaya çevrilerek yayımlandı. Fareyi Öldürmek romanı “İçimdeki İnsan”
adıyla sinemaya uyarlandı.
KİTAPLARI
1978: Genelevde Yas
1979: Ölümün Ağzı
1980: Fareyi Öldürmek
1983: Büyük Soytarı
1991: Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi
1995: Annem, Babam ve Ben
2009: Yorgun Sevda
2010: Cellat Ağlıyor
2014: Engerek
2014:Son Bahçeler
23 Haziran 2024 Pazar
HOMUR MARŞI
HOMUR MARŞI
Homur homur homurdanır
Sahibimiz yoktur bizim
Parayla satılmayız
Hep emekten yanayız
Mizah bizim işimizdir
Hem yazarız hem çizeriz
Marko Paşa pirimizdir
Fıstık yeşil rengimizdir
Homur bizim dergimizdir
Ne olacak bu ülkenin durumu?
İşte burada Homur mizah grubu.
Bulamadık diye dövmeyin dizi
Homur gelip bulur sizi.
Söz: Atay Sözer
Beste:Suno.com
6 Haziran 2024 Perşembe
Ferit Öngören'i saygıyla anıyoruz
Katledilmesinin 46.yılında İbrahim Güngör
İBRAHİM GÜNGÖR
(1959-1978)
![]() |
Çizim:Erdoğan Karayel |
İbrahim Güngör İstanbul, Yıldız Teknik Üniversitesinde okurken ırkçı ,ülkücü faşist çetelerce kaçırılarak öldürülen bir karikatürcü arkadaşımızdı. Ne yazık ki çizdiği karikatürlerden büyük bir bölümü çantasında bulunduğundan kaçıranlar tarafından yok edilmiştir, çünkü çantasında bulunan karikatürlerinin büyük bir bölümünün konusu faşist çetelerin halka saldırılarını anlatan karikatürlerdi. Kaçıranlar bu karikatürleri görünce infaz emrini vermişlerdir büyük bir ihtimalle. Ayrıca İbrahim o zaman çatışmaların en yoğun olduğu İstanbul'un Gültepe semtinde yaşıyordu. Gırgır ile Politika gazetelerine çiziyor, Karikatürcüler Derneği' nin o zaman çalışma ilkeleri içinde olan demokratik kitle örgütleriyle beraber çalışma gurubu içinde görev aldı.
Kendisinin de küçük bir rolde oynadığı Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı Filminden dolayı DİSK Sine Sen'in yayın ve gazete işlerinde görev almak istemiş ve çalışmıştı. Dernekten ayrıldıktan sonra evvela Sine Sen'e uğramış oradan da okuluna geçmiş. O arada faşist eli kanlı katillerce kaçırılmış, katledilmiş, cesedi de Davutpaşa'da Atatürk Öğrenci Yurdunun arkasına battaniye içine sararak atılmıştır.
28 Mayıs 2024 Salı
Yayın dünyasının büyük kaybı: ERCAN GÜNAYDIN
Yayıncılık dünyasının bilinen isimlerinden Ercan Günaydın uzun
süre savaştığı hastalığa yenildi. Özellikle çocuk yayıncılığı alanında önemli
işler yaptı. En son Yağmur Yayın Grubu İzmir temsilciliğini yapıyordu, “Kitap Baba”
adıyla bilinen Ercan Günaydın unutulmayacaklar listesine adını yazdırmıştır.
![]() |
Çizim.Ferit Avcı |
13 Mayıs 2024 Pazartesi
Nasreddin ve Koç
Karikatürcüler Derneği’nin geleneksel Nasreddin Hoca Karikatür
Yarışması bir süredir Koç Holding sponsorluğunda yapılıyor.
Mizahçı doğası gereği emekten yanadır (dolayısıyla sermayeyi
eleştirir), savaşa karşıdır, çevreyi korur ürettiği eserlerinin büyük çoğunluğu
bu konularla ilgilidir.
İyi de bu destekçiler sermayenin ta kendisi, silah üreticisi,
yaptıklarıyla da çevreyi kirletiyorlar.
Düşünün savaş karşıtı bir karikatür ödül almış ve albüme
basılmış, ama albümün sponsoru Koç…
Elbette Koç belki müdahale etmeye kalkmaz ama en azından
içinden “Ah kerata benim paramla beni çizmişsin!” der.
Bu da karikatürün etkisini büyük ölçüde azaltır.
Nasreddin hocamızın Koç’a mı ihtiyacı var?
Yüzyıllardır yaşıyor. Koçlar yok olacaktır ama hocamız
yaşayacaktır.
O felsefe adamıdır barıştan yana hayatını veren bir insanın
silah tüccarlarına monte etmek isteyen anlayış da yok olmaya mahkumdur.
HOMUR MİZAH VE KARİKATÜR GRUBU
12 Mayıs 2024 Pazar
Rahime Henden 30.YIL
30 Nisan 2024 Salı
18 Nisan 2024 Perşembe
16 Nisan 2024 Salı
Küçük Arı Kovanı
Küba çocuk tiyatrosu "Küçük Arı Kovanı/La Colmenita" kurucuları Tin Cremata ve çocuklar Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin davetlisi olarak Türkiye'deydi. Homurcuk için hazırladığımız Fidel Castro ve Arı Kovanı haberinin yer aldığı sayımız arkadaşımız Atay Sözer tarafından verildi.
31 Mart 2024 Pazar
Ahmet Çuhacı'yı da yitirdik
Sevgili dostumuz, yazar şair Ahmet Çuhacı'yı da sonsuza uğurladık...
Ahmet Çuhacı, 1950 yılında Konya’nın Çavuş köyünde dünyaya gelmiş bir şair ve öğretmendir. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini babasının memuriyeti nedeniyle farklı yerlerde tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü bitirdikten sonra yedi yıl kadar öğretmenlik yapmıştır. Hâlen Konya Akşehir’de ikamet etmekte ve sanat faaliyetlerini sürdürmektedir.
Ahmet Çuhacı’nın şiir ve fıkra türlerinde hazırladığı eserleri vardır. Şiirlerinin temel konusu insandır. Anadolu’nun köylüsü, kentlisi, esnafı ve işçisi başta olmak üzere her kesimden insanı onun şiirlerinin temel taşıdır. Sevginin ve iyiliğin gücüne inanmış, adaletin, eşitliğin ve doğruluğun dünyaya hâkim olması gerektiğini savunmuştur. Doğaya dair unsurlara da sıkça yer vermiş, günümüz dünyasında yok olmaya yüz tutan insanî değerleri hatırlatmıştır. Sevgiliyi konu ettiği şiirlerinde de duygularını samimi bir şekilde dile getirmiştir. Eserlerinde atasözlerine, deyimlere ve Türk halkıyla özdeşleşen kalıplaşmış ifadelere ustaca yer vermiştir.
Ahmet Çuhacı’nın ilk şiir kitabı Karanfil Çeliği’dir Ayrıca
“Arasta” adlı şiir kitabında, Akşehir’deki Arasta çarşısında yıllar boyunca
usta-çırak ilişkisiyle devam ettirilen geleneksel meslekleri ve bu meslekleri
icra eden küçük esnafı konu edinmiştir.
“Beş Harfli Alfabedir Sevgi” ve “İki Kişilik Mektuplar” gibi
eserleri de bulunmaktadır. Ayrıca fıkra kitabı “Nasreddin Hocalardan Biri” ve aforizmalar içeren Fon-dip notlarıyla da tanınmıştır.
“Sevgi Kuşun Kanadında”, “Kızımın Adı Sevgi, Oğlumun Adı Barış”, “Çocuklar” gibi şiirleri Zülfi Livaneli, Edip Akbayram, Şahabettin Genç tarafından bestelenmiştir.
Homur dergisinde uzun süre çalışmaları yer almıştır.
12 Mart 2024 Salı
11 Mart 2024 Pazartesi
Turhan Selçuk'u anıyoruz
Aslı Selçuk
Turhan Selçuk geçmişte, günümüzde, gelecekte çizgilerinde yaşamayı sürdürüyor ve sanatında öylesine benzersiz, özgün bir noktaya ulaştı ki karikatürlerinin yanında imzası olmasa da okurları onu hemen tanıyorlar.
Çizgileri zamanı aştılar, dünyayı kucakladılar. Üretkendi, analiz ve gözlem yeteneği güçlüydü. Vatanı Türkiye’yi çok sevdi, politik mücadelesini kesintisiz sürdürdü.
Adaletsizliğe, haksızlığa, sömürüye karşı durdu. Yarattığı
Abdülcanbaz karakteri gibi doğrudan, iyiden, haktan, halktan yanaydı.
“Günümüzün karikatürcüsü dünyamızı değiştirmek, gerekli olan değişiklikleri
yapmak için savaşım vermek zorundadır: Tüm insanların eşitliğinden yana bir
değişim için savaşım. Karikatürist ahlaksızlığın, bağnazlığın, bilinçsizliğin,
cehaletin, çıkarcılığın, kötülüğün, köşe dönmenin, rantçılığın, ihanetlerin
karşısında durmalıdır” der Turhan Selçuk.
AVRUPA KONSEYİ İNSAN HAKLARI BİNASI
Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları binasına Türkiye Dışişleri
Bakanlığı’nın hediye ettiği (1996) “Küçük Balıkların Dayanışması” adlı
karikatür için yeni bir çalışmayı Les Passagers du Son adlı ekibin
gerçekleştirmesine az bir zaman kaldı. Ses yaratıcısı ve sanatsal yönetmen
Charlotte Roux ve ekibi (Antoine Auger, Anne Kroptokine) binadaki eserlerden
bazılarını seçerek bu yapıtlara ses, müzik, söyleşi ekleyerek ziyaretçilerin
beğenisine sunacak. Avusturya, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda,
İtalya, Hollanda, Norveç, İspanya, İsveç, İspanya, Birleşik Krallık, Kanada
gibi ülkelerden ünlü sanatçıların yapıtlarının yer aldığı sergide ilk tanıtım
için Turhan Selçuk’un Küçük Balıklar’ını seçen ekiple çok güzel bir çalışma
gerçekleştirdik. Charlotte Roux, Antoine Auger, Anne Kroptokine’ çok teşekkür
ediyorum.
EVRENSEL, ZAMANSIZ KARİKATÜRLER
Turhan Selçuk’un 1940’lardan 2010’lara dek çizdiği karikatürlere baktığımda ne kadar evrensel, zamansız, her dönemi anlatan yapıtlar olduğunu hemen görüyorum. İlerleyelim Baylar (11.03.1959), Emekliye Zam (31.01.1983), Filistin (29.031987), Ağır Ol Gelen Var (25.08.1985), Köşeyi Dönen Adam (9.04.1990), Sansür (14. 04.1990). Sansür (14. 04.1990).
Yusuf Ziya Ortaç, “Turhan Selçuk, günümüzün büyük bir
üslupçusudur: Milletlerarası bir çizgi üslupçusu. O, kendisinden önce
gelenlerin hiçbirisine benzemez. Ama kendisinden sonra gelenler arasında ona
benzeyenleri kolayca gösterebiliriz” demiştir (1962). Aziz Nesin, “Size
bayrağımızı zor yetişilir yüksek bir yere asan değerli bir sanatçımızdan söz
etmek istiyorum: Turhan Selçuk. Turhan karikatürde büyük bir başarı kazandı ve
Türkiye’nin sanat bayrağını yükseklere çekti” dedi (Ocak 1959). Turhan Selçuk karikatürleriyle
yaşamayı sürdürüyor, hep yaşayacak.
KAYNAK: Cumhuriyet
11 Şubat 2024 Pazar
Füruzan'ı kaybettik
![]() |
Portre: Turhan Selçuk |
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Füruzan'ı kaybettik. 1932’de İstanbul’da doğan Füruzan‘ın, tam adı Feruze Çerçi’dir. Karikatürist Turhan Selçuk’la evlendikten (1958) sonra bir süre Füruzan Selçuk imzasını kullandı. Cumhuriyet yazarı Aslı Selçuk'un da annesiydi. Daha çok gözleme dayalı gerçekçi bir anlayışı benimseyen Füruzan, ilk hikâyelerini Seçilmiş Hikâyeler, Türk Dili, Pazar Postası (1956-58); ustalık dönemi ürünlerini Dost, Papirüs, Yeni Dergi (1964-72) dergilerinde yayımladı. İlk hikâye kitabı Parasız Yatılı ile 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, ilk romanı 47’liler ile de 1975 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü kazandı. Parasız Yatılı adlı eseri sinemaya uyarlandı.
Kendi romanından uyarlanan Benim Sinemalarım filminin yönetmenliğini Gülsüm Karamustafa'yla birlikte yaptı.
ESERLERİ
Parasız Yatılı (1971)
Kuşatma (1973)
Benim Sinemalarım (1973)
Gül Mevsimidir (1976)
47’liler (1978)
Gecenin Öteki Yüzü (1982)
Berlin’in Nar Çiçeği (1999)
Sevda Dolu Bir Yaz (2003)
31 Ocak 2024 Çarşamba
Canol Kocagöz: Yarım asırlık çizgiler
Söyleşi: Mazlum Vazek
Canol Kocagöz, Çizginin Dili-50’inci Yıl Seçkisi,
Yazılama Yayınları
-Sayın Kocagöz, çizgiyle buluşmanızın
üzerinden 50 yıl geçmiş. Elimizdeki kitap yarım asrın bir panoraması var.
Kitapta ayrıca sanatınıza tanıklık eden dostların yazıları da yer alıyor.
Öncelikle ne hissediyorsunuz size dair böyle bir çalışma karşısında?
Sevgili Mazlum, benim çizgiyle haşır neşir
olmaya başlamam 50 yılın üzerindedir ama seçkiyi Karikatürcüler Derneğine giriş
yılım olan 1973 yılını kıstas aldık. Yukarıda ki kıstasları göz önüne alıp 50
yıllık seçkiye karar verip bu ekonomik şartlarda güzel bir albümümü hayata
geçiren Yazılama Yayınlarına ve emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederim.
Ayrıca karikatür ile toplumsal mücadeleyi birleştiren çizgi yolculuğuma
tanıklık ederek kaleme alan dostlarımın yazıları ile yayınlanan kitabım bana
ayrı bir güç ve onur verdi.
-Kitaptaki seçkide Türkiye’de işçi sınıfı
mücadelesi başta olmak üzere tüm toplumsal mücadelelerinin kesitlerini yazılar
ve çizgi üzerinden görebiliyoruz. Sizin bu çalışmalarınız bugüne kadar
toplumsal mücadelenin belleği sayılabilecek kurumlarda, vakıflarda korundu mu?
Durum nedir?
Bazı
kurumlarda, odalarda ve sendikalarda korundu. Hatta bazı çizgiler “Bir Kara
Komedya” isimli kitabım KESK Kültür Sanat Sendikası, “Çizgilerle Sınıflar
Tarihi” DİSK Birleşik Metal İş Sendikası, “Çizginin Dili” Yazılama Yayınların (Biliyorsunuz
Yazılama Yayınları işçi sınıfının partilerinden birinin yayınevi) dan
yayınlandı. Ayrıca her kesin bildiği gibi darbeler ve anti demokratik
uygulamalarla geçen yıllarda çizdiğim bazı çizgiler insanlar gibi faili meçhule
uğrayarak yok oldu.
-Sizin karikatür serüveninizde Homur
dergisinin özel bir yeri var. Özellikle çevre, tarihî alan koruma mücadelesiyle
ilgili dosyalarınızı hatırlıyorum. Geriye dönüp baktığınızda çevre
mücadelesiyle ilgili bu sanatsal birikim sizin için neyi ifade ediyor
Evvela Homur
hakkında şunu belirterek sorunuza cevap vermek isterim. Homur Mizah Dergisi
diğer mizah dergilerinden farklı olarak başlıca ilkesini işçi sınıfından ve
emekçilerden yana olmak olarak belirledi ve 25 yıldır da sürdürüyor. Çevre
mücadelesini de sınıf mücadelesinden ayrı düşünemeyeceğiz den Hamur’un ilkeleri
içinde sayabiliriz. Bir
kentsel dönüşümü, depremi, ormanlarımızın yok edilmesini, maden yasasını, tarım
da ata tohumu sorununu, tarımda kooperatifleşme çalışmalarını, nükleer
santrallara karşı gibi mücadelelerin sınıf mücadelesinden ayrı düşünemediğimiz
den dergimizin rotasında çevre mücadelesinin bizler için özel bir yeri
ver.
-Bu arada kitaptaki çizgilerde belirgin
bir şekilde antiemperyalist, darbe karşıtı, işçi sınıfı yoldaşı bir tutum
görüyoruz. Politik mücadeleyi sözle değil de çizgiyle vermek herhalde başka
türlü bir düşünüş ister. Pekiyi, bugüne kadar sizin çizgileriniz içinde bu
mücadeleye dair en çok öne çıkanları hangileri? Sanırım kitaba da aldınız…
Sevgili Mazlum
biliyorsun tüm yaşantım emperyalizmle mücadele içinde ve işçi sınıfı ile sanat
hareketinin örgütlenmesi ve birleştirilmesi çalışmaları içinde geçti. Yirmi
dört saatim sanat, siyaset, politik örgütlenme ve sorunları ile geçince
beslenme kaynağımda haliyle bu olacaktı. Başka bir şey düşünülmezdi. Ayrıca
çizgiye başladığım günden beri karikatürü işçi sınıfı hareketi ile
birleştirmekti. Düşündüğüm bazı şeyleri gerçekleştirdim. Ama daha bir çok
adımlar atılması gerekiyor. Bu da hem işçi hareketinde hem de sanat hareketinde
bazı anlayışların değişmesi gerekiyor. Ama her türlü engellemelere rağmen
ilerici anlayış büyüyerek daima ileriye gidiyor. İçinde bulunduğum işçi
sınıfının öncü hareketinin politik görüşü ve çalışmaları bana çok şey öğretti
ve çizgilerimin beslenme kaynağı oldu.
Yazılama Yayınlarından yeni çıkan “Çizginin Dili”
Kitabım 50 yıllık bir seçki. Çeşitli dönemlerde çizdiğim karikatürlerden
oluşuyor. Tabii ki öne çıkan en önemli çizgilerim var. Sayabileceğim öne
çıkanlar. Türkiye’de birçok çizer arkadaşımın ilgilenmediği işçi sınıfı partisi
ile partisinin örgütlenmesi çalışmalarına yardımcı olmak için ürettiğim
karikatürler. Çocuklarımızı ateşe atan, savaşları yaratan, ülkemizin başına
bela olan gladyo gibi cinayet şebekelerini kurarak birçok insanın
katledilmesine sebep olan NATO askeri paktı. İşverenlerin iştahını kabartan
kentsel dönüşüm ile ona bağlı olarak öncelikli olarak deprem, ülkemiz
insanlarını diken üstünde yaşatacak Nükleer santrallar, antiemperyalist
mücadele için çizdiğim çizgiler ve son olarak Ortadoğu’daki devamlı yok
edilmeye çalışılan, yerinden yurdun edilen Filistin halkı için çizdiğim
karikatürleri sayabiliriz. Ayrıca bazı dönemlerde yaptığım dergi kapakları ile
barış ve 1 Mayıs afişi ile yaşamımda öne çıkan çalışmalardan fotoğraflarda
“Çizginin Dili”n de yer aldı.
-Çizgileriniz içinde 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü ile ilgili olana da rastladım. Kadınlar çizgileriniz konusunda
neler söyledi? Bir de, kadın mücadelesini kadın sanatçıların anlatması
gerekliliği konusunda ne düşünüyorsunuz? Çünkü pek az kadın çizer tanıyorum…
Kadınların erkeklerden daha ağır yükler taşıdığına inanıyorum ve kadın
hareketine desteğim elimden geldiğimce yapmaya çalışıyorum. Bu da çizgilerime
yansıyor. Kadınlardan bu konuda çizgilerime olumsuz bir görüş şu ana kadar
görmedim. Hatta destek gördüm. Homur Mizah Dergisinde az da olsa başarılı kadın
çizerlerimiz var. Işıklar içinde yatsın değerli çizerimiz Asuman
Küçükkantarcı (Korona salgınında kaybettiğimiz ), Aslı Alpar, Ayten Köse,
Nevin Elitez, Hülya Erşahin ile Homur’a
arada sırada çizen bazı kadın çizerlerimiz var. Ülkemizde küçümsenmeyecek
ölçüde başarılı kadın çizer
arkadaşlarımızı görüyoruz. Daha da artacağını ümit ediyorum.
-50 yılı bulan birikiminizle ülkemizde
karikatüre dair gelecekte ne görmek istersiniz? Şunu da soruma eklemek isterim:
50 yıldan bugüne sanatınızın geleceği konusunda umduğunuz yer neydi? Şu anki
durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Karikatür sanatını mizahtan ayrı düşünemeyiz.
Onun için karikatür ve mizah her gün başka biçim ile kılıklara bürünüyor,
bürünecek. Hem öz bakımından hem de artistik olarak şeklinin de biçiminin de
değişeceğine inanıyorum. Daha önce ki yıllarda Karikatürcüler Derneği genel
kurulunda arkadaşlarıma ileride çizginin nasıl olacağı üzerine hayallerimi
anlatırken o yılların teknik imkanları bugünlerde çizerlerin kullandıkları
malzemeler yoktu yeni araçlar geldikçe çizgide de yeni yeni teknikler ortaya
çıktı. Bilim ve teknoloji de ki gelişmeler mizah anlayışımızı ve çizginin
tadını da çeşitlendirdi. Ona bağlı olarak mizahın dili de farklılaştı.
Karikatürlerin hologramlarla (bu ismi ve tekniği şimdi biliyoruz) yanımızda
oynayabileceğini söylediğim zaman çoğu arkadaşlar garipsediler bazı çizer
dostlarımda bana gülmüşlerdi. Ama şimdi hologramla bir çok müzik grubu konser
veriyor hatta 2015 yılında İspanya’da kamusal alanda ilk defa gösteri yasaklarını Hologramlı 1
Mayıs gösterisi ile deldiler ( TRT akademi Cilt 01 sayı 2 Temmuz 2016 Fırat Osmanoğlu Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi -Ankara makalesi ). Sanat
insanları genel olarak dünyada özel olarak ülkemizde sanat ile sanat insanlılarına
yapılan baskıları bilim, teknoloji ve sanatla çözeceğine inanıyorum. Soruna
daha çok şey ekleyebilir aktarabilirim ama konuyu uzatmadan sorunun başka
bölümü olan olan kısmına geçmek istiyorum.
50 yıllık çizgiyle dansıma gelirsek geldiğim yeri belki benim dışımda da
değerlendirmek gerekiyor. Ülkemizin geçirdiği anti demokratik uygulamalar ile
sansürleri göz önüne almamız daha doğru olacaktır. Askeri ve sivil darbelerle
halkımızın üzerine gelen kara bulutlar ile anti demokratik uygulamaları hala
yaşıyoruz. Bu durum halkımızın toplumsal ilerlemesini ve demokrasisini baskı
altına aldı. Çizer arkadaşlarım ve sanat insanları ile beni de fazlasıyla
etkiledi. Çizdiğimiz alanlar daraldı.
29 Aralık 2023 Cuma
Bir cemaat, bir cinayet ve bir avukat!
28 Aralık 2023/ Birgün
Ülkemizin uzunca bir süredir (fiilen) “Yarı İslam Cumhuriyeti” halini aldığını kimse reddetmiyor. Ekonomik vaziyet için bile dini referanslar veriliyor. Ancak hayatın kendisi başka gerçekleri alabildiğine açıklıkla ortaya koyuyor:
-Paranın dini imanı olmaz!
Türkiye’nin 2000’li yıllarını “vatandaş olarak” yaşayanlar bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görüyorlar. Yaygın medya aracılığıyla insanlara “Öbür Dünya”nın nimetlerini pazarlayanların tümü bu dünya nimetlerinin hepsini ceplerine indiriyorlar!
Bir buçuk iki yıl önce 10 bin lira maaş üst düzey yönetici geliri sayılıyordu, şimdi asgari ücretin altında kaldı. Ülkeyi yönetenlere bu durum hatırlatılınca son derece “yaratıcı” bir yanıt veriyorlar:
-Bayrak inmez ezan susmaz!..
Ülkenin içinde “ezanı susturalım” diyen kimse yok. Dışardan da “Türkiye’de ezan susturma operasyonu” tasarlayan pek kimse bulunmuyor.
Ama iktidar ve medyası tam gaz bu “manevi kulvarda” paten yapıyor. Hepsinin de keyfi yerinde maşallah!.. Geçim sıkıntıları yok. Sadece seçim sıkıntıları var!
Yazının başında “Yarı İslam Cumhuriyeti” haline geldiğimizden söz ettik. Buna uygun bir altyapı olduğundan da kuşku duyulmuyor. Geçenlerde Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş sosyal medya hesabından şu bilgiyi verdi:
-25 yıldır Ankara’da halk sağlığı için hiçbir şey yapılmadı. Şimdi 13 ilçede 220 kilometrelik aspestli (kansorejen) içme suyu boruları yenileniyor.
Ankaralı bir dindar kardeşimiz Mansur Yavaş’a son derece “içten” tepki gösterdi:
-Abdesli boruları niye söküyorsunuz din düşmanları?!!
Şimdi bu canlıya aspestin ne olduğunu anlatmak için önce kimya dersi vereceksiniz. Sonra aspestin, abdes ile bir alakası bulunmadığını izah edeceksiniz. En sonunda da “borular abdes alıp namaz kılmaz” diyeceksiniz ki, bu çok zor bir eğitim sürecine tekabül ediyor. Zahmetli bir iş!
Ne uğraşacaksın? Daha kolay anlayabileceği dilden hızlı bir mesajla kendinize bağlayabilirsiniz:
-Bayrak inmez, ezan susmaz!
İnsanları bu mertebede tutabilmek için dini temelli her şey örgütlerine ihtiyaç var. İçinde din olacak, hiyerarşi olacak, güç merkezi olacak, ekonomik olanakları sınırsız olacak ve bolca para olacak!
Tıpkı “Mahyacı Cemaati” gibi! Okulları var, vakfı var, hafta sonu çiftlikleri var. Lüks otomobilleri var. Devlet içinde yapılanmaları var. Belediye başkanları var. Hakimleri savcıları var. Efendileri için kendilerini feda edecek “kurbanlık” müritleri var. Elbette tacizler, tecavüzler ile utançlar ve utanmazlıkların harmanlandığı son derece gizlenmiş hayatları var.
Mahyacılar Cemaatinin adını sanını hiç duymamış olanlar için söyleyeyim: Bu cemaatin yaratıcısı Atay Sözer!
Cide Belediyesi Rıfat Ilgaz Roman Ödülü’nü alan “Dünyanın En Kötü Avukatı” adlı eserin yazarı.
Kitaptan tadımlık bir bölümü de buraya alalım da ülkemizdeki cemaat vaziyetinin en önemli özelliğinin edebiyata nasıl yansıdığını görelim:
“İçeri girdiğimde Hoca Hazretleri tek başınaydı, bu defa üzerine sarı uzun bir entari giymişti. Beni görünce gülümsedi. Gel bakalım Zehra kız dedi. Elini uzattı. Gidip elini öptüm başıma koydum. Alnımdan sonra bu defa dudağımdan öptü. Çok utandım. Yine kucağına oturttu. Seni buraya neden çağırıyorum biliyor musun; dedi. Ben hayır dedim… Sende bir ışık gördük. Senin beyin kıvrımların geniş… Allah’ın sevgili kulusun, çok az kişinin bildiği sırlara vakıf olma vaktin geldi, hazır mısın, dedi. Çok korkuyordum. Hiçbir şey anlamadım. Burada olanları hiç kimseye anlatmayacaksın tamam mı dedi. Yemin et annenin üzerine dedi. Ettim. Sonra sürahideki kırmızı şeyi bir bardağa döktü. Okunmuş şerbetmiş içmem lazımmış. Ben de içtim. Birden uyku bastırdı, gözlerim ağırlaştı, uyumuşum.”
Roman Zehra’nın intihar haberleriyle başlıyor, sonra hamile olduğu ortaya çıkıyor. Sonra da avukat Aykut Dere devreye giriyor. Örnek(!) cemaatin bütün mahareti ortalığa saçılıyor. Belki bu romanın bir de filmi yapılır:
18 Aralık 2023 Pazartesi
30 Kasım 2023 Perşembe
25 Kasım 2023 Cumartesi
Marko Paşa'nın 77. Yılı