Homur Mizah Grubu
Parayla satılmayan, gerektiği zaman çıkan dergi
25 Kasım 2024 Pazartesi
Hülya Erşahin Sergisi
13 Kasım 2024 Çarşamba
9 Ekim 2024 Çarşamba
Zeynep ve Emre'ye Mutluluklar
3 Ekim 2024 Perşembe
2 Ekim 2024 Çarşamba
29 Eylül 2024 Pazar
Sergi yürümeye devam ediyor
Zümrüt Umakoğlu |
NATO’ya ve emperyalizme karşı mücadelenin taşındığı her yere…
Bu söz, İncirlik sonrasında da söylenmeye devam edecek.
Üstelik, en başından beri olduğu gibi farklı biçimlerde söylenecek: yazıyla,
resimle, müzikle, sözlerle, eylemle, konuşarak, tartışarak ama mutlaka
duyularak, görünür olarak ve örgütlenerek. Geçtiğimiz bir ay içinde de böyle
yapıldı. Karikatür ve resim sergisi, önce 1 Eylül’de çevrimiçi olarak erişime
açıldı. Henüz planlanan mekansal açılışı gerçekleşmeden İsrail’i korumak üzere
bölgemize gelen ABD zırhlısı USS Wasp’ın İzmir limanına demirlemesi, İzmir’i
serginin ilk görev yeri haline getirdi: Limanda ABD’lilere “hoş gelmediniz“
diyen yurtseverlere sergi de eşlik ederek sokakta kendisini gösterdi. Yürüyüşün
başlamasından bir kaç gün önce İstanbul Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde
görkemli bir açılışla NATO karşıtı sanatçıları ve izleyicileri buluşturdu.
Eserler, yürüyüş boyunca çeşitli illeri gezdi. Yeri geldi
iki ağacın arasına ip gerilerek sergilendi, yeri geldi tişörtlere basılıp
eylemlerde giyildi. NATO karşıtı yürüyüş ana akım basında sansürlenirken
serginin yerel basının kadrajına girmesi önemliydi.
Örneğin Eskişehir’in Anadolu Gazetesi, sergiye Eskişehir’den
katılan karikatürist Mehmet Zeber’in şu sözlerine yer veriyordu: “Sergi
duyurusunu öğrenince ben de katkıda bulunmak istedim. Bizlere ilkokul ve
ortaokulda NATO’nun ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatırlardı. Tabi o
yaşlarda biz emperyalizm nedir, silahlanma nedir sorularına pek aklımız
ermiyordu. NATO, ne yazık ki Türkiye'nin üyesi olduğu bir kuruluş. Ben de onu görsel olarak ifade etmek istedim.
Biraz metafor yaparak, akbaba ile barış güvercinini bir araya getirdim. Barış
güvercinine bürünmüş bir akbabayı çizdim.”
Öte yandan sergi, Ankara, Mersin gibi uğradığı kentlerde
yeni sanatçılar ve yeni eserleri de bünyesine katarak zenginleşti.
Yürüyüşçüler, serginin her durağında sanatın etkisini
gözlemleme şansı buldular. İlk durak olan İzmit’te sergi, liselisinden
öğretmenine, inşaat işçisinden mühendisine birçok insanda merak uyandırdı.
Eserlerin fotoğraflarını, videolarını çeken İzmitlilerin sergiyi beğendikleri
gözlerinden okunuyordu.
Yürüyüşün alkışlarla karşılandığı Konya sokaklarında açılan
sergi, kolluk kuvvetlerinin yoğun kuşatmasına rağmen ilgiyle karşılandı. Tarsus
Yarenlik alanında ise zaman zaman gençlerin karikatürlerin karşısına geçip
ellerindeki kağıt ve kalemle çizimlerinin kopyasını çizme çabaları dikkat
çekti. Özellikle kadınların ilgilendiği sergide halkın hem NATO’nun bir terör
örgütü olduğuna dair bilinç hem de Filistin’de devam eden soykırımın
sorumlusunun NATO olduğu konusunda uyanıklık hissediliyordu.
Bir sanat işinde, doğru sözün nasıl ya da hangi biçimle daha
iyi söylenmesi önemli olduğunda ortaya çıkması beklenen şey oldu; kolektif
olarak alınmaya çalışılan sonuç önemsendi. Kimsenin katkısı, yaratıcılığı
önemsizleşmeden ve kimse kahramanlaşmadan siyasal bir estetikle buluşuldu.
Liberalizmin sanatı sadece metaya ve sanatçıyı da daha fazla
kâr getirmesi gereken metaları üreten kişilere indirgediği bir dünyada, bu
duruş çölde vaha etkisi yarattı ve kısa zamanda beklenenden fazla sanatçının
katılımıyla sergi gerçekleşti. Elbette bu bir ilk adımdı ve daha hazırlık
sürecinde seneye daha iyi bir serginin nasıl olabileceği tartışılmaya başlandı.
Serginin düzenleme komitesi de aynı kolektif bakışla
çalışarak hem eserlerini verdiler hem de THTM’nin çağrısının getirdiği
sorumluluk ile hareket ettiler. Bu yazıya, serginin düzenleme komitesinde yer
alan karikatürist Canol Kocagöz ve ressam İrfan Ertel’i de konuk ederek
serginin ardından bir değerlendirme yapmak ve olası gelecek planları üzerine
konuşmak istiyoruz.
Sergiye yurtdışı da dahil olmak üzere yoğun bir katılım oldu
ve bu katılım başvuru tarihi bittikten sonra da devam etti. Sanatçıların
gösterdiği bu ilginin sebebi sizce neydi ?
Canol Kocagöz: THTM‘nin, ressam ve karikatürcü dostlarımıza
1 Eylül 2024 Dünya Barış Gününde açmayı planladığı NATO’ya ve savaşa karşı
sergi daveti, Ağustos ayının başında bir çağrı ile yapıldı. Çağrıya 61 sanatçı
zamanında cevap vererek serginin 1 Eylül’de 125 eserle açılmasını sağladılar.
Sergiye katılım son günün ardından da devam etti ve şu anda 74 sanatçı ve 136
eser var. Hatta daha sonra da sanatçılar serginin gittiği kentlerde ve
devamındaki açılışlara, etkinliklere katılarak sanatsal, artistik ve politik
bir serginin nasıl yaratılacağını gösterdiler. Tüm katılımcı arkadaşlarıma,
dostlarıma ve bizlere sanatın kitle eylemlerinde nasıl bir yol izleyebileceğini
gösterdikleri için teşekkürü bir borç bilirim. Herhalde Türkiye’ de NATO ve
savaş karşıtı eylemlerde sanatın kamusal alanda böyle kullanılması fikri bir
ilkti. Bunu da katılımcı ressam ve çizer arkadaşlarımız yarattı. Ayrıca
emperyalizmle mücadelede bizleri yalnız bırakmayan dış dünyadan Çin, KKTC,
Rusya’dan meslektaşlarımızda eserleri ile bizimleydi.
Arkadaşlarımın gösterdiği bu ilginin sebebi neydi sorusunun
cevabı ise kısaca yıllardır resim ve karikatür dünyasında emperyalizme karşı
yürüttükleri barış mücadelesini tıkanan politik alandaki tepkiye fırsatını
buldukları anda fırça ve çizgileriyle cevaplarını verdiler. Bu eserler de
sergimize yansıdı.
Plastik sanatların bir alanındaki bu tepki, ayni zamanda
diğer sanat alanları, müzik – sahne sanatları – yazın – tasarım ve disiplinler
arası sanat insanlarına da bir mesaj olacağına inanıyorum.
İrfan Ertel: Bu sergi sadece bir sanatsal etkinlik değildi. Çok önemli bir politik eylemin parçası olmak gibi işlev de üstlenmişti. Sanatçılar üstünde ağır bir biçimde birikmiş olan NATO ve savaş karşıtlığı için sanatçılara kendini ifade etme ve karşı duruş olanağı sağlamaktaydı. Bunu fark eden her sanatçının katılmak istemesi çok doğal bence.
Birden fazla şehirde aynı anda sergileme ve gezici sergi biçimi alışık olduğumuzdan biraz farklı. Ayni zamanda sergi siyasi bir eylemle de bağdaşık. Sizce bu durum seyirciler, katılan sanatçılar ve genel olarak sanat ortamı açısından ne anlam ifade etti?
Canol Kocagöz: Evet, ABD’nin İsrail’i korumakla görevli
savaş gemisi USS Wasp serginin açıldığı gün olan 1 Eylül Dünya Barış Gününde
İzmir limanına demirledi. Sergimiz orada da savaş gemisinin mürettebatını İzmir
limanına çıkarmamaya kararlı nöbet tutan barış mücadelesi yürüten arkadaşımızın
yanında yerini aldı. Bu da bu serginin ilkleri arasındaydı. 1 Eylül de İstanbul
Nâzım Hikmet Kültür Merkezin’de açılan, yoğun ilgiyle karşılanan sergimiz diğer
sanat alanlarına aynı zamanda çağrı anlamındaydı. Yürüyüş boyunca eserlerin
bazıları tişörtlerde yol buyunca yürüyüşe eşlik etti. Galerilerde açtığımız
sergiler sokakta bulunan sergimize destek anlamında sergiler olarak yer aldı.
İrfan Ertel: Eylemin ihtiyacına yönelik bir sergileme modeli
geliştirilmesi çok yaratıcı oldu. Bazen böyle alışılmışın dışına çıkılması
sanatsal eylemi daha etkin kılıyor. Bu işte de böyle oldu kanımca. “Sergi eyleme nitel anlamda katkıda
bulunabilir mi?” diye düşünülmüştü. Eğer buna verilecek cevap “evet katkıda
bulundu” ise ne mutlu sergiye emek veren sanatçılara. Sanatçılara ve sanatçı
olmaya aday olanlara bu sergi ve yöntemi farklı bir boyut sunuyor sanıyorum. Merak
ediyorum; bu düşüncem doğrulanacak mı? Gelecek sergilere katılım ve ilgi buna
cevap olacak. Hep birlikte bunu göreceğiz. Bunun dışında, kendi açımdan böyle
bir sergiye katkıda bulunabilme onurunu çok değerli bulmaktayım.
Yeni katılımcılarla birlikte sergiler olmaya devam edecek
mi? Bundan sonrası için planlarınız neler?
Canol Kocagöz:
Sergimizin en büyük özelliklerinden biri olan “Sanat sokakta” ilkesi hayatımıza
değişik bir şekilde yansıdı. Hem de mücadele alanlarıyla beraber. Yollar,
parklar, meydanlar, fabrikalar, direniş ve grevde bulunan işçi dostlarımızın
hemen yanında ve sokakta yürüyüşte gerçekleşmesi bu serginin en büyük
kazanımıdır. İstanbul, Gebze, İzmit, Sakarya Adapazarı, Eskişehir, Ankara,
Konya, Ereğli, Niğde Ulukışla, Mersin, Tarsus, Adana illerinde NATO ve savaş karşıtı
yürüyüşçülerle beraber taşınan sergi tişörtlerimizle de protestoyu yürüten
mücadele arkadaşlarımızın yanında kamusal alanları savaş ve NATO karşıtı
resimlerle, karikatürlerle donattı. KKTC’de, Çin’de, Rusya’da veya Anadolunun
bazı il ve ilçelerinde çizilen eserler sergimizle birlikte bazen Ankara’da,
Eskişehir’de, bazen Konya’da, bazen de Mersin’de,Tarsus’da, Adana’daydı. Her
ilde açılan sergi farklı yöntem, tarzda ve tadda oldu. NATO ve savaş karşıtı
sergimiz sorun devam ettiği sürece eserler çoğalarak, çeşitlenerek devam
edeceğine, il il belki de ülkelerde dolaşacağına ve hatta diğer sanat
alanlarının da bu sergide yerini alacağına inanıyorum.
NATO ve savaş karşıtı sergi tüm sanat alanlarımızdaki
dostlarımızı göreve çağırdığı gibi, THTM’ye de yükümlülükler verdi. Bunlar
neler derseniz, kısaca aklıma gelenleri bahsedeyim. Sanat alanlarının yakıcı
sorunlarının tartışılması ve örgütlenmesi. Çözümler üretilmesi. Ve sanat
insanlarının mücadele içine çağrılması ile örgütlü emek ve işçi topluluklarını
sanat ile içli dışlı çalışmaya çağırmak olarak sıralayabilirim.
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi'nin, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde ilan ettiği NATO’ya ve emperyalist savaşa karşı kampanyası, Ekim ayı boyunca yapılacak seminerler ve etkinliklerle devam edecek. Bu etkinliklere serginin de eşlik etmesi ya da farklı yerelliklerde yurttaşlarla yeni mekanlarda buluşturulması söz konusu olacak. Şimdiden Antalya, Samsun gibi yürüyüş hattı dışında kalan illerde serginin düzenlenmesi için hazırlıklar yapılıyor.
Serginin yürüyüşün ardından değerlendireceği önemli bir konu ise Filistinli sanatçıların katılımı. Sergi hazırlığı sırasında iletişime geçilen Filistinli ressam ve çizerlerin eserleriyle NATO ve savaş karşıtı sergiye özel bir katılımı gündemde. İsrail’in katliamlarının ortasında Gazze’de, Batı Şeria’da ve Filistin dışında farklı ülkelerde yaşayan Filistinli sanatçıların yaptıkları eserleri THTM ile paylaşmaları, Filistin halkının yaratıcılığıyla direnmekte kararlılığını yansıtması bakımından büyük bir değeri taşıyor. İlerleyen haftalarda bu konuyla ilgili ayrıntılar paylaşılacak.
Sanatçılara yapılan çağrının ise bir son tarihi yok. Ülkemiz
NATO’dan, emperyalizmden, sergileri kendi ablukasına almış sermaye sınıfından
kurtulana kadar katılımcılara açık çağrı var. Brecht’e referansla
söyleyebiliriz ki, sanatın şiddeti daha büyük bir şiddeti bastırmak için
kullanılmalı.
1 Eylül 2024 Pazar
NATO'ya ve Savaşa Karşı Sergi
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin “NATO’ya ve savaşa karşı kaleminle, boyanla, fırçanla ses ver!” çağrısına Türkiye’nin farklı kentlerinden yaratıcı eller yanıt verdiler. Karikatür ve resim dallarında yollanan eserler 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde çevrimiçi olarak ziyarete açıldı.
NATO'ya ve Savaşa Karşı Sergi...
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin “NATO’ya ve savaşa karşı kaleminle, boyanla, fırçanla ses ver!” çağrısına Türkiye’nin farklı kentlerinden yaratıcı eller yanıt verdiler. Karikatür ve resim dallarında yollanan eserler 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde çevrimiçi olarak ziyarete açıldı.
Eserlerin mekanda sergilenmesi ise 13 Eylül tarihinde İstanbul'da Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek.
To NATO and Exhibition Against War...
The Assembly of People's Representatives of Turkey's “Give voice with your pen, paint, brush against NATO and war!" creative hands from different cities of Turkey responded to his call. The works sent in the fields of cartoons and paintings were opened to online visitors on September 1, World Peace Day.
KATILIMCILAR
Ada Güleşan
Ali Somel
Atay Sözer
Atilla Atala
Ayten Köse
Birol Çün
Canol Kocagöz
Coşkun Göle
Ege Sorkun
Ekrem Kılıç
Erdem Parlakçı
Erhan Yaşar Babalık
Fatma Işık
Ferit Avcı
Fide Lale Durak
Güzin Beşe
Hülya Erşahin
Hüseyin Çakmak
İbrahim Atabey
İlker Mansuroğlu
İrfan Ertel
İsmail Kar
İzel Rozental
Jia Rui Jun
Kamran Sokhanpardaz
Kerem Akpınar
Mehmet Tevlim
Mehmet Zeber
Mert Keçeci
Musa Kayra
Mustafa Yıldız
Münircan Özdemir
Naciye Müzeyyen Gökmen
Nazmi Tuğrul Çutsay
Nefise Yurtseven
Nevzat Varhan
Nikolay Sviridenko
Osman Tali
Özhan Özdil
Paylaş Kiraz
Roman Peshkov
Sait Munzur
Serpil Atagöz
Seyit Saatçi
Sibel Altıkulaç
Turhan Karayağmurlar
Uğur Durak
Xu Lin
Yu Shixin
Zümrüt Umakoğlu
Zümrüt Özmen
Sergi Komitesi
Canol Kocagöz
Ferit Avcı
Fide Lale Durak
İrfan Ertel
Mesut Eren
Osman Tali
Ömer Koçağ
Sait Munzur.
30 Ağustos 2024 Cuma
28 Ağustos 2024 Çarşamba
Naci El Ali'yi Anıyoruz
Emperyalizme çizgileri ile savaşan Naci el Ali İsrail in gizli servisi Mossad ajanlarınca 29 ağustos 1987 de Londra da çalıştığı gazeteden çıktıktan sonra bir suikastta uğrayarak öldürüldü. Filistin mücadelesini ilgisiz dünyaya küstüğü için arkasını dönmüş Hanzala karakteriyle anlatan Naci El Ali'nin duruşu tüm çizerlere rehber olsun.
Homur Mizah ve Karikatür Grubu
Hanzala, ya da bir karikatürist nasıl hem Arafat hem Mossad’ın hedefi oldu?
Nasıl olmuştu da bir karikatürist hem Arafat’ın hem Mossad’ın ölümüne düşmanlığını kazanabilmişti? Çünkü el Ali, devrimciydi.
Evren Çubuk (haber.sol)
22 Temmuz 1987 günü Londra’nın batısında, Knightsbridge'de bulunan Kuveyt gazetesi El Kabas ofisinden çıkan bir kişi, yolda yürürken arkadan vuruldu. Kurşun boynuna geldi. Beş hafta hastanede komada yattı, ardından, bir 29 Ağustos günü, hayata gözlerini yumdu.
Yaşamını yitiren, Filistinli karikatür sanatçısı Naci el Ali’ydi.
Sanatçıyı arkadan vuran kişi kesin olarak belirlenemedi. Ama baş şüpheli, şüphesiz Mossad’dı.
İngiliz polisi, olayla ilgili olarak İsmail Suvan adında bir diğer Filistinli’yi tutukladı. İlk bakışta, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üyesiydi. Sonradan İngiliz polisine, Mossad için de çalıştığını, çift taraflı ajan olduğunu itiraf etti.
Suikaste bir kişi daha karışmıştı, o da FKÖ içindeki Mossad ajanlarından biriydi.
İngiltere, kendi topraklarındaki cinayetten önceden haberdar olduğu halde kendileriyle bu bilgiyi paylaşmadığını tespit ettiği İsrail’e tepki gösterdi, üç İsrailli diplomatı sınırdışı etti.
Cinayeti kesin olarak Mossad mı işlemişti? Aradan 37 yıl geçmiş olmasına rağmen, kesin olarak bilmiyoruz.
Diğer baş şüpheli, Filistin mücadelesini tekeline almaya çalışan ve özellikle devrimci hareketleri karşısına alan FKÖ lideri Yaser Arafat’tı.
Bizzat el Ali, ölümünden günler önce, suikast tehdidinin ciddiyetinin farkında olarak, Filistinli yazar dostu Besim Sarhan’a “Beni kim öldürürse öldürsün, beni öldüren Arafat’tır” demişti. İki hafta önce, bir diğer dostuna, FKÖ’den bir yetkilinin kendisini arayıp “çizgisini düzeltmesi” konusunda tehdit ettiğini aktarmıştı.
Bunlar, karikatüristin iddialarından ibaret değildi. Bizzat Arafat, Kuveyt’te bir lisede katıldığı bir etkinlikte, “O Naci el Ali adındaki adam çizmeye devam ederse parmaklarını aside sokacağım” demişti.
Nasıl olmuştu da bir karikatürist hem Arafat’ın hem Mossad’ın ölümüne düşmanlığını kazanabilmişti?
Çünkü el Ali, devrimciydi. Filistin davasını tüm dünyada Arafat’tan da fazla temsil eden, Ali’nin yarattığı bir çocuktu: Hanzala.
Hanzala, üstü başı perişan, çıplak ayak, 10 yaşında bir oğlan çocuğudur.
Naci el Ali, 1948’de Nakba’nın ardından 10 yaşında kendisini Ayn el Hilve kampında bulmuştur, aynı Hanzala gibi, üstü başı perişan, çıplak ayak.
İlk kez 1969’da çizer Hanzala’yı. 1973’ten itibaren, yalnızca sırtı dönük resmeder. Topraklarından sürgün edilmişliğin ifadesidir bakana sırtını dönmüşlük. Naci el Ali, “Filistinli sürgünler topraklarına döndüğünde Hanzala da yüzünü gösterecek” der.
Elleri arkadan bağlanmıştır. Ali, bunun, Filistinliler dışındaki güçlerin, dış çözümlerin reddinin ifadesi olarak tasarlar.
Ama en önemlisi, yoksulluktur.
Naci el Ali, “Ben sınıf açısından bakıyorum” der, politikacıları, liderleri çizmez hiç. “Karikatürlerim bu yüzden bu biçimi alıyor. Esas olan başkanları ve liderleri çizmek değil, durum ve gerçekliği resmetmektir.”
Naci el Ali’nin Londra’da öldürüldüğü sıralarda, Filistin’de Müslüman Kardeşler’in yerel ayağı Hamas kuruluyordu. FKÖ liderliği, tipik bir burjuva hareketinin kaderi gibi, adım adım siyasi işbirlikçilik ve yolsuzluklara yöneldi. Mossad’ın da desteğiyle Filistin davasını sınıf değil din savaşı olarak görenler giderek güçlendirildi.
Filistin hâlâ işgal altında. 10 yaşında çocukların hala üstü başı perişan, ayakları çıplak.
Bir yandan İsrail’le iş tutup diğer yandan Filistin’i destekliyor görünenlere inat, Hanzala hâlâ arkasında kavuşturduğu ellerini ellere açmıyor.
Hanzala, yüzünü göstermek için sınıf açısından bakanları bekliyor.
17 Ağustos 2024 Cumartesi
16 Ağustos 2024 Cuma
Lütfü Çakın'a Tez Şifalar
İşçi Çizerden Karikatür Albümü
3 Ağustos 2024 Cumartesi
Prof.Dr. Mikail Bayram Hayatını Kaybetti
Özellikle Nasrettin Hoca üzerine yaptığı çalışmalarla bildiğimiz Prof.Dr.Mikail Bayram hayatını kaybetti. Mevlana ve Ahi Evran (Nasrettin Hoca) mücadelesini anlatırken dönemin siyasi yapısını da incelemişti.
Karikatürcü, araştırmacı arkadaşımız Köksal Çiftçi'nin Mikail Bayram için yazdığı yazıyı yayınlıyoruz.
NASREDDİN HOCA NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?
Pek çok insan inanamıyor ama şu bir gerçek, Nasreddin Hoca, Mevlana müridi ve Moğol valisi Cacaoğlu Nurettin tarafından öldürüldü. Gözümüzün önünde dururken ilginçtir algılayamamışız, olan biteni bize Mikail Bayram anlattı. Tanık olacaksınız, hakarete varan karşı duruşlar birkaç yılda güneş altındaki kar gibi eriyecek ve gerçeklik herkes tarafından kabul edilecek.
Şimdilik bizi ilgilendiren soru şu: Hoca hangi gerekçeyle öldürüldü?.
>O Dönem Hemen Herkesin Onursal Adı Nasreddin Hoca
Müsameratül Ahbar, Anadolu Selçuki Tarihi, Anonim Selçukoğulları Tarihi ve Ariflerin Menkıbeleri gibi kaynaklarda üç ayrı kişiye Hace Nasreddin dendiği görülür ve adları şöyledir: Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi, Hace Nasreddin Muhammed el-Tusi, Hace Nasreddin b. Yavlak Arslan. Ayrıca Rum Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmış Oğlu Süleyman Şah'ın, tarihçi İbni Bibi'nin ve yaklaşık 20 tarihi kişiliğin daha şeref adı Nasırüddin'dir.
>İlk Nasreddin Hoca, Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi
Mevlana'nın ve Mevlevilerin, Mesnevi, Divan-ı Kebir ve Ariflerin Menkıbeleri gibi eserlerde Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi'yi düşman belledikleri ve Arap Cuha tiplemesinin seçme fıkralarını onun kişiliğinde Anadolu'ya taşıdıkları görülmektedir. Mikail Bayram, bu gerekçeyle Hoca'nın, Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi olduğu sonucuna varıyor. Bu yaklaşıma göre ilk Nasreddin Hoca, Ahi Evren oluyor. Çünkü onun adının geniş şekli "Ahi Evren Ebu'l-Hakayık Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi"dir.
Çıkarımı biz de akla yatkın buluyoruz.
>Nasreddin Hoca’yı Anadolu’ya Bağdat Halifesi Gönderiyor
Genç Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi'nin, Bağdat halifesi Nasır Lidinillah'ın, özel görevle Bağdat'tan gönderdiği grubun arasında Rum Selçuklu topraklarına geldiği biliniyor. Kayın pederi Evhadüddin-i Kirmani ölünce dini liderlik ona geçiyor. Muhaliflerinin onları, Halife Nasır Lidinillah'ın temsilcisi olmaları nedeniyle Nasırcılar, Nasreddiniler diye adlandırdıklarını düşünmekteyiz.
>1200'lü yılların bölgedeki tarihi gelişmeleri
1100'lü yıllarda Cengiz Han, Moğolistan'da Moğol birliğini kurdu ve bazı bölge liderlerine barış antlaşması imzalamayı önerdi. Bunların başında Harizm lideri Muhammed geliyordu. Büyük Selçuklu'nun mirasına konmuş olan bu mağrur hükümdar, 100 kadar Moğol elçisini gerekçesiz öldürdü ve mal varlıklarına el koydu. Bu, Cengiz Han'ın İran, Anadolu, Suriye ve Irak üzerine yönelmesine neden oldu. O dönem Rum Selçuklu'nun sultanı olan Alaaddin Keykubat, Alamut'un efendisi Celaleddin Hasan III, Bağdat'ın halifesi de Nasır Lidinillah'tı. Lidinillah, kendine askeri korumacı olarak, köle neslin çocukları oldukları için dışladığı Harizm'i değil, Alamut'u seçti ve bu üç ülkeden oluşan bir "Moğol'a direniş ittifakı" kurdu. İttifakın Moğol'u üstlerine çektiğini düşünen oğulları, yaklaşık 4 yıllık süre içinde babalarını devre dışı bırakarak, direniş ittifakını teslimiyet ittifakına dönüştürdüler. Çünkü Moğol yanlısı Nasreddin Tusi’nin telkinine kanmışlardı ve Moğol'a el kaldırmazlarsa, kendilerine dokunulmayacağına inanmaya başlamışlardı.
>Hoca ve Mevlana'yı iki zıt devlet politikası çatışmaya sürükledi
Nasır Lidinillah'ın kurduğu direniş ittifakının Anadolu'daki yeni dini lideri Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi'yi idi. Oysa teslimiyetçi ittifak ülkelerinin oğul liderleri Anadolu'da işbirlikçi temsilcilere gereksinim duyuyorlardı. Bu gerekçeyle onlar Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi yerine Şems-i Tebrizi'nin hazırladığı Mevlana'ya yöneldiler. Buna Anadolu Türkmenleri karşı çıktılar ve eski direnişçi devlet politikasını geçerli saydılar. Moğol desteği de alan Mevlana, yeni ittifakın teslimiyetçi devlet politikasını hayata geçirmek için harekete geçti. Çatışma önce fıkralarla politik yıpratma düzeyindeydi. 1200'lerin ortalarında Moğol işgali tamamlandı, gerginlik arttı ve Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi, teslimiyet ittifakının Alamut prensi ve temsilcisi olan Şems-i Tebrizi'yi öldürttü. Bu, hem Moğol'u, hem de Mevlana'yı çok kızdırdı.
Bu nedenle Nasreddin Kırşehir'e sürgün edildi.
>Mevlana da müridi Vali Cacaoğlu Nurettin'e Hoca'yı öldürtüyor
İçi yanan Mevlana'nın acısını, ağır sürgün dindirememişti.
90 yaşında olmasına karşın Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi, Kırşehir'de Moğol'a karşı ayaklanma girişiminde bulundu, yenildi ve ev hapsine alındı. Bunu fırsat bilen Mevlana, Kırşehir'e müridi Cacaoğlu Nurettin'in Moğol'ca vali olarak atanmasını sağladı. Yeni Valinin ilk işi ev hapsindeki Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi'yi öldürtmek oldu. Böylece hem Mevlana intikamını almış, hem de direniş ittifakının son lideri ortadan kaldırılmış oldu.
*
Kısacası, Hace Nasreddin Mahmut b. Ahmet el-Hoyi, yani ilk Nasreddin Hoca -yan etkenler ne olursa olsun- tam bağımsızlıkçı ve özgürlükçü olduğu için öldürüldü; işin gerçeği budur.
Köksal Çiftçi
31 Temmuz 2024 Çarşamba
TİYATROYA ADANMIŞ BİR ÖMÜR: GENCO ERKAL
Hülya Erşahın |
Genco Erkal, 28 Mart 1938’de yaşama gözlerini açtı. Eğitime yatılı olarak Galatasaray Lisesi İlkokulu’nda başladı. Daha sonra Robert Kolej’de eğitimine devam etti. Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde tamamladı. 1960’larda Muhsin Ertuğrul’un önerisi üzerine profesyonel tiyatroya başladı.
Rus yazar Nikolay Vasilyeviç Gogol’un “Bir Delinin Hatıra Defteri” adlı öyküsünü 1965’te tiyatroya uyarladı. “Bir Delinin Hatıra Defteri” tek kişilik bir oyundu. Daha sonraki yıllarda tek kişilik oyunlar Genco Erkal’la özdeşleşti. Tek kişilik oyunların ustası olarak tanındı.
Tiyatro ustası Genco Erkal 86 yaşında yaşama veda etti. X sayfasında Nâzım’ın sözleri ile usta oyuncunun yaşamını yitirdiği kamuoyuna duyuruldu:
Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın!
Sizi canımda
canımın içinde,
kavgamı kafamda
götürüyorum.
Hoşça kalın
Dostlarım benim
hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne
kumsalın,
mendil sallamayın bana.
İstemez...
Tek hecesiz elveda.
1968 fırtınalı yıllardı. 68’in etkileri ülkelerimizde de yankılanmıştı. Genco Erkal da 68 fırtınasından etkilenerek 1969’da Dostlar Tiyatrosu’nu kurdu. Dostlar Tiyatrosu’nu kuran sanatçıların amacı Anadolu’da tiyatro yapmaktı. Anadolu’nun halk ozanlarının söyleminden esinlenerek tiyatro adını “Dostlar” koydular. Genco Erkal, Mehmet Akan, Şevket Altuğ, Arif Erkin, Nurten Tuç ve Ferit Erkal’ın da yönetici ve işletmeci olarak çalışacağı kurucu ekip, Genco Erkal’ın önerisi üzerine yarı ödenekli bir bölge tiyatrosu oluşturmak için buluştular. Adana’ya yerleşmeyi düşünen Dostlar Tiyatrosu’nun kurucuları, tiyatroları için belirledikleri ilerici-toplumcu anlayışı sürdürebilme yolunda bir destek göremediler.
Dostlar Tiyatrosu bu kez başka bir seçeneğe yöneldi: Örgütlü işçi sayısının en yoğun olduğu İstanbul’da tiyatro yapacaklardı. Mehmet Akan’ın “Beşinci Yaşımız” başlıklı yazısında belirttiği gibi, amaçları “devrimci bir sendikaya bağlanıp, işçiyle bütünleşmiş bir tiyatro olmak”tı. Ancak, bu plan da gerçekleşmedi.
Dostlar Tiyatrosu, olayları ve kişileri irdelemeyi amaçladı. Bilinen ve sevilen oyunlar yerine, seyirciyi dünyada ve toplumda olan bitenleri sağlıklı bakış açılarından gözlemlemeye, daha önce üstünde düşünülmeyen sorunlara ve ilişkilere eğilmeye yönelten oyunlar seçildi. Rosenbergler Ölmemeli, bu süreci başlatan oyunlardan ilkiydi.
Dostlar Tiyatrosu’nun sunduğu gerçek anlamdaki ilk belgesel oyun Havana Duruşması’dır. 1970-71 döneminin sonuna doğru sahnelenen bu oyun Hans Magnus Enzensberger’in gerçek duruşma tutanaklarından yola çıkarak yazdığı bir mahkeme oyunuydu. Sürgündeki milliyetçi Kübalılar, 1961’de ABD emperyalizminin desteğinde Küba’da Castro rejimini yıkmak için “Domuzlar Körfezi Çıkartması” yaptılar. Bu başarısız çıkartmada tutuklanan askerlerin duruşmaları televizyonda canlı yayınlandı. Genco Erkal ve Umur Bugay’ın sahnelediği oyunda, sahne metnine Küba devriminin gelişim süreci eklendi. Havana Duruşması sahnelenişinden bir buçuk ay sonra, 1 Mayıs 1971’de Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yasaklandı. Yasaklanan oyun 1975’de önemli bir değişiklik yapılmadan yeniden sahneye konuldu.
Dostlar Tiyatrosu 2013’te Gezi direnişinden sonra salonu olmayan bir tiyatroydu. Karaca Tiyatrosu’ndan çıkarıldıktan sonra, Genco Erkal İstanbul’u ve diğer kentleri durmadan dolaştı. Gezi direnişinden sonra devletin özel tiyatrolara verdiği ödenek te kesildi.
Gence Erkal sadece Dostlar Tiyatrosu’na damga vurmakla kalmadı. O birçok filme de imza attı. At, Faize Hücum, Camdan Kalp, Hakkâri’de Bir Mevsim, Pazar 2008. At ve Faize Hücum filmleriyle iki ayrı Altın Portakal Ödülü aldı.
Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu, toplumcu duruşun bedelini ödediler. Sahneden devlet zoruyla kaldırılan yapımlar, soruşturmalar, gözaltına alınmalar, mahkemeler, turnelerde oyunların yasaklanması, saldırılar, tiyatroyu salonsuz bırakma, devlet ödeneği vermeme ve bir sürü başka engellemeler... Bu baskıların hiçbiri Erkal’ı ve tiyatrosunu yok etmeyi başaramadı. Açılan mahkemeler ya beraatla ya da takipsizlik kararıyla sonuçlandı.
Dostlar tiyatrosu ve Genco Erkal ı sanat yaşamı Homur a ne
kadar benzediğini fark ettim.
Işıklar içinde yatsın anıları gençlere rehber olsun.
Canol Kocagöz
Aziz Nesin'den Hazret-i Dangalak
20 Temmuz 2024 Cumartesi
Necati'yi Anıyoruz
Katledilişinin 44.Yılında Kemal Türkler
Atilla Atala |
Can Kartoğlu
Daha 18’inde sarı defterine; günlüğüne “Hayat henüz sayfası açılmadık bir romandır” diye yazan, 20’sinde de “İnsana en lüzumlu gıda hür havadır. Çalışma ve metanet ideal yolcusunun en önemli birer malzemesidir. Saadetin en büyüğü insanları sevmek zevkindedir” diyen “ideal yolcusu” Kemal Türkler’dir. Hep çalışan, eve el kadar çocukken bile ekmek getiren, öyle üstünkörü değil ne yapıyorsa layıkıylayapan, hem kendini, hem işçi sınıfını ayağa kaldıran, baktığı yerden geleceği görebilen, akıl ve zekânın, duygu ve dayanışmanın gücüyle işçi eylemlerinin, direnişlerin, grevlerin beyni, kalbi, kitle önderidir… Emek tarihi, bir sendika başkanının yoktan neyi, nasıl var edebileceğini ondan öğrenir… TİP’in kuruluşu, Cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel işçi mitingi olan 1961 Saraçhanebaşı Mitingi, 1963 Kavel Grevi, DİSK’in kuruluşu, 15-16 Haziran 1970 Direnişi, 1976 DGM Direnişi, 1 Mayıs 1976, 1 Mayıs 1977 kutlamaları… daha nice direniş… daha nice kazanım… Onun ve arkadaşlarının eserlerindendir… Nice gözaltı, nice tutukluluk yaşayan yine odur… İşçinin direnme ve dinlenme hakkını savunan, söke söke alan da… Çok iyi satranç oynayan, mükemmel dikiş diken, kızlarına o nefis “baba köfte”lerini yapan, Lozan’a sendika toplantısına gittiğinde daha altı aylık kızı Nilgün’e gönderdiği kartpostalın arkasına “Kanarya gibi ötüyor musun? Bu kartı saklayacak, annen büyüyünce sana verecek” diye yazan yine Kemal Türkler’dir. Delikanlıyken okuduğu Victor Hugo’nun Sefiller’i için notlar alan da… DİSK’in bir ideolojik yapıya sahip olduğu gerçektir. DİSK’in ideolojisi, işçi sınıfının temel ideolojisi olan sosyalizmdir. DİSK’in yöneticileri de sosyalist kişilerdir” diyen de… DİSK’in sosyalizmi “işçi sınıfının bilimi” olarak savunduğu dönem de Türkler dönemidir.
1954’ten beri T. Maden-İş’in, 1967’den 1977 yılı sonuna kadar da DİSK’in Genel Başkanı olan Türkler,evinin önünde faşist katiller tarafından 22 Temmuz 1980’de eşinin, kızlarının gözü önünde öldürüldüğünde 22 Temmuz 1980’dir. Yaşı 54’tür. Yıllar geçecek, Av. Ergin Cinmen, “Kemal Türkler cinayeti davasının zamanaşımından düşürülmesinin Adalet Bakanlığı’nın ve İçişleri Bakanlığı’nın müşterek hizmet kusuru olduğunu belirterek İstanbul İdare Mahkemesi’nde tazminat davası açtım. Müşterek hizmet kusuru, çünkü sanığı 19 yıl yakalayamadılar, 15 yıl da yargılayamadılar, sonunda zamanaşımından davanın düşmesine karar verildi.” diyecektir.
Birleşik Metal İş Sendikası ve Kemal Türkler Eğitim ve Kültür Vakfı(KETEV)işbirliğiyle basılan, Mehmet Ulusel’in tasarladığı, toplu sözleşme uzmanı, emek tarihi yazarı Can Şafak’ın yazdığı, su gibi akan, kalp gibi atan KEMAL TÜRKLER KİTABI ile ilgili olarak Can Şafak’la söyleştik.
Türkler’in günlüklerinden başlayalım mı?
Kemal Türkler’in günlükleri “Kemal Türkler Kitabı” ile birlikte gün yüzüne çıkmış oluyor. Elimizde üç sarı defter var 1945-1948 yıllarında Türkler tarafından kaleme alınmış. Bu defterlerde çok genç bir insanın iç dünyasına ulaşabiliyoruz. Kemal Türkler’in şiirler, hikâyeler yazdığını, deyişler kaleme aldığını görüyoruz. Hayata bakışını görüyoruz. Bu günlüklerde beni en çok etkileyen, satır aralarında bulduğum vefa duygusu oldu.Sonraki yıllarda Kemal Türkler’in bilinen yaşam öyküsünü bu çerçevede yeniden düşünmek beni çok sarstı. Demir-İş’in Maden-İş’e dönüştüğü ‘50’lerde Maden-İş gazetelerindeki fotoğraflara, bu fotoğrafların altındaki yazılara sinen bu naif ama yapmacıksız, çok sahici çabalara bir başka gözle bakmaya başladım. Demir-İş’in Bakırköy Semt Şubesi’nde tanıdığı Ruhi Yümlü’ye, Kazım Narmanlı’ya, dostlarına ve birlikte inanarak yürüyüp geldikleri yola bağlılığı, bana vefa borcunun her türlü siyasetin üzerinde olduğunu hissettirdi.
El kadar çocukken terzi yamaklığıyla işçiliğe başlayan çocuk,İstanbul’a geliyor, Bakırköy’deki Emayetaş fabrikasında çalışmaya başlıyor. Sonradan Maden-İş adını alacak olan Demir-İş’e üye oluyor. Sonra Genel Sekreter, sonra Genel Başkan… İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoluyor. Üniversite öğrenciliği ile sendikacılık bir arada yürümeyince fakülteyi bırakmak zorunda kalıyor. Sendikadan eve döndüğünde, dikiş makinesinin başına oturuyor, tıkır tıkır gömlekler dikiyor. Anlatır mısınız, bu gömlekleri dikip ne yapıyor Kemal Türkler?
‘50’li yıllar sendikaların malî olarak son derece zayıf olduğu yıllar. İşçi aidatlarını fabrika fabrika gezerek elden topluyorlar. Toplayabildikleri kadar... Ama umut var. Ruhi Yümlü, bu yıllarda Kemal Türkler’le birlikte sendikaya gelir bulabilmek için akşamları sendikadan çıkınca Mahmutpaşa’da ayakkabı, gömlek sattıklarını anlatır. Kemal Türkler’in dikiş makinesinde tıkır tıkır diktiği gömlekler işte bu gömlekler. Eşi Sabahat Türkler de ona yardımcı oluyor evlendikten sonra. Sabahat Abla’nın dikiş makinesi KETEV Kemal Türkler Müzesi’nde hâlâ duruyor.
Kemal Türkler’in alametifarikası nedir?
Kemal Türkler, Türkiye sendika hareketini en fazla etkilemiş olan sendikacı. Bu hiç tereddütsüz böyle. Cesur, kararlı, inatçı bir insan. Geleceği sezen bir insan Türkler. Ama bence Kemal Türkler’in ayırıcı yanı bu özellikleri değil. Onun ayırıcı iki yanı, yaratıcılığı ve girişimciliği. Türkler’in gittiği yurt dışı gezilerinde tuttuğu notlar -ki böyle bir başka sendikacı ben bilmiyorum- o ülkelerdeki sendikaların örgüt yapısından faaliyet alanlarına kadar ayrıntılı bilgilerle dolu. Türkler yurt dışına gezmeye gitmiyor. Amacı öğrenmek ve döndüğünde gördüklerini kendi sendikasında uygulamak. Yapı kooperatifi girişimleri, Maden-İş işçi pazarları (MİPAŞ), Maden-İş Eğitim ve Dinlenme Tesisleri (MİTES) bütünüyle Kemal Türkler’in eseridir. MİTES bugün Birleşik Metal İşçileri Sendikası’na ait ve adı Kemal Türkler Eğitim ve Dinlenme Tesisleri olarak değiştirildi. İşçiler bugün de orada aileleriyle birlikte tatil yapabiliyorlar.
Kemal Türkler, “DİSK’in bir ideolojik yapıya sahip olduğu gerçektir. DİSK’in ideolojisi, işçi sınıfının temel ideolojisi olan sosyalizmdir. DİSK’in yöneticileri de sosyalist kişilerdir. İşçiler yapıları icabı sosyalisttirler.” diyor. Türkler’in bu saptamasındaki gerçeklik payı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir parti mi sendikayı desteklemeli yoksa sendika mı partiyi?
Kemal Türkler bu sözleri 1971’de söylemiştir. 1961’de TİP’in kurulmasından, 1968 baharından, 15-16 Haziran direnişinden, solun ve işçi hareketinin artan bir ivmeyle yükselmekte olduğu bir dönemden geçip gelen Türkiye’de sosyalizm‘60’ların sonlarından başlayarak yıldızı parlayan bir kavramdır.1970’lerin ortalarına kadar DİSK de kendini bu kavramla tanımlamıştır. Bu kavram, ‘60’larda “devrimci sendikalar” olarak anılan ve 1967’de DİSK’i kuran sendikaların ve sendika liderlerinin Türkler’in ifadesiyle “ideolojisi” idi ve onların bir örgüt olarak sendikaya bakışını yansıtıyordu.
Bu ‘70’lerin ortalarına kadar sürdü. Maden-İş 1965’te DİSK ve Maden-İş 1969’da yapılan genel seçimlerde TİP’i destekledi. DİSK ve Maden-İş sosyalizmi bir hedef olarak işçi sınıfının önüne koydu. 1975 yılında toplanan DİSK’in 5. Genel Kurulu sonrasında DİSK yeni bir sendikal anlayışa “demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı” ilkelerine yöneldi. Bu dönemde de DİSK, sosyalizmi “işçi sınıfının bilimi” olarak savundu. Bu, Türkiye’de ve dünyada sosyalizmin mevzi kazanmaya başladığı dönemin şartları altında gerçekçi bir yaklaşımdı. Bir siyasi tercihti.
Sendika hareketinin siyasi tutum alması ve bunu açıklaması, siyaseti işçi sınıfının talepleri yönünde etkilemeye çalışması bence mutlaka olması gereken bir şey. Bir siyasi partiyi desteklemek de buna dâhil ve bunun yollarından biri. Bir dönem çokça tartışılan “sendika-parti” meselesinde kritik olan, sendikanın örgütsel bağımsızlığını korumasıdır diye düşünüyorum.
Türk-İş’in“Partilerüstü politika” ilkesine Kemal Türkler nasıl yaklaşıyordu?
DİSK, 1973 ve 1977 genel seçimlerinde CHP’yi destekledi. Kısaca DİSK her zaman siyasetin içinde oldu, tarafını belli etti. “Devrimci sendikalar” daha Türk-İş içindeyken bile Türk-İş’in “Partilerüstü Politika” anlayışının karşısında tutum almışlardı. DİSK, daha kurulduğu yıl olan 1967’de yayımladığı “Türk-İş Çıkmazı” adlı ilk broşüründe “Partilerüstü Politika” anlayışını ağır bir biçimde eleştirmişti.
Bugün emek tarihinde bir Kemal Türkler çıkmamasının nedeni ne?
Her devrin konjonktürü farklı. İnsanları şartlar ortaya çıkarıyor. Kemal Türkler, Rıza Kuas, İbrahim Güzelce, Necmettin Giritlioğlu ve daha nicelerisolun ve işçi/sendika hareketinin yükseldiği bir dönemde var oldular. Bugün, sol da işçi/sendika hareketi de ‘90’ların başlarından bu yana sürüp giden bir çözülme dönemi içindeler. Bence fark burada, neden de bu.
*
Kemal Türkler, 12 Eylül’e bir buçuk ay kala 22 Temmuz sabahında öldürüldüğünde işçiler işi bırakır, 25 Temmuz 1980’de Türkler, yüz binlerce emekçinin katıldığı bir törenle Topkapı Çamlık Mezarlığı’nda defnedilir. Sennur Sezer, “Kemal Türkler’inSon Sözleridir” adlı şiirini yazar:“Aldandı yeniden / Beni vuranlar / Sürü şaşırır yolunu başı yitince / Sürü değilsiniz ki siz / İşçisiniz / Silin gözlerinizi görevdesiniz / Kitapları öldüremezler / Alanlarda bizi vuranlar / Tarihi geriye döndüremezler”Siz o gün şalterleri indiren işçilerin çocukları, torunları! Bugün direnen işçiler! Bu kitap sizin için!
KAYNAK:BİRGÜN
KEMAL TÜRKLER'İN SON SÖZLERİDİR
Silin gözlerinizi
Aldandı yeniden
Beni vuranlar
Sürü şaşırır yolunu başı yitince
Sürü değilsiniz ki siz
İşçisiniz
Silin gözlerinizi görevdesiniz
Bunca akıttıkları kan
Değiştiremez tarihi
Yazar cellatlığını onların
Bir kez daha tarih
Acınız unutturamaz görevinizi
Silin gözlerinizi
Alın terinindir yarın
Yokolup gitmenin telaşında katiller
Durduramaz savaş ortasında yürüyüşü
Saflarda düşenler
Kitapları öldüremezler
Alanlarda bizi vuranlar
Tarihi geriye döndüremezler
Hoşçakalın
Sürdürün savaşı arkadaşlar
Sennur Sezer (22 Temmuz 1980)
Cumhuriyet arşiv |
5 Temmuz 2024 Cuma
2 Temmuz 2024 Salı
31.Yılında Madımak katliamı
30 Haziran 2024 Pazar
İRFAN YALÇIN’I KAYBETTİK
Edebiyatımızın en önemli isimlerinden İrfan Yalçın da edebiyat
tarihi içindeki yerini aldı.
23 Nisan 1934’te Zonguldak’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Fransızca
öğretmenliği yaptı. 1972 yılında öğretmenlikten ayrılarak İstanbul’da bir
kitabevi açtı ve Z Yayınevini kurup yönetti.
Varlık ve Türk Dili dergilerinde yayımladığı şiir, öykü ve
çeviri yazılarından sonra, bir süre yazın yaşamına ara verdi. 1959 yılından
itibaren hikâye, eleştiri ve çevirileri Varlık, Türk Dili, Soyut, Gelecek,
Yeditepe, Yansıma dergilerinde yayımlandı. Yeni Dergi’nin 1968 yılında açtığı
bir yarışmada “İnce Memed” eleştirisiyle ikincilik, Milliyet Yayınları 1974
Roman Yarışmasında Pansiyon Huzur (1975) romanıyla ikincilik, Ölümün Ağzı
(1979) romanıyla da 1980 Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü kazandı. Tiyatro oyunları
yazdı. Pansiyon Huzur ve Fareyi Öldürmek adlı romanları sahneye uyarlandı. Maden işçilerinin anlatıldığı Ölümün Ağzı adlı
eseri Rusçaya çevrilerek yayımlandı. Fareyi Öldürmek romanı “İçimdeki İnsan”
adıyla sinemaya uyarlandı.
KİTAPLARI
1978: Genelevde Yas
1979: Ölümün Ağzı
1980: Fareyi Öldürmek
1983: Büyük Soytarı
1991: Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi
1995: Annem, Babam ve Ben
2009: Yorgun Sevda
2010: Cellat Ağlıyor
2014: Engerek
2014:Son Bahçeler
23 Haziran 2024 Pazar
HOMUR MARŞI
HOMUR MARŞI
Homur homur homurdanır
Sahibimiz yoktur bizim
Parayla satılmayız
Hep emekten yanayız
Mizah bizim işimizdir
Hem yazarız hem çizeriz
Marko Paşa pirimizdir
Fıstık yeşil rengimizdir
Homur bizim dergimizdir
Ne olacak bu ülkenin durumu?
İşte burada Homur mizah grubu.
Bulamadık diye dövmeyin dizi
Homur gelip bulur sizi.
Söz: Atay Sözer
Beste:Suno.com
6 Haziran 2024 Perşembe
Ferit Öngören'i saygıyla anıyoruz
Katledilmesinin 46.yılında İbrahim Güngör
İBRAHİM GÜNGÖR
(1959-1978)
Çizim:Erdoğan Karayel |
İbrahim Güngör İstanbul, Yıldız Teknik Üniversitesinde okurken ırkçı ,ülkücü faşist çetelerce kaçırılarak öldürülen bir karikatürcü arkadaşımızdı. Ne yazık ki çizdiği karikatürlerden büyük bir bölümü çantasında bulunduğundan kaçıranlar tarafından yok edilmiştir, çünkü çantasında bulunan karikatürlerinin büyük bir bölümünün konusu faşist çetelerin halka saldırılarını anlatan karikatürlerdi. Kaçıranlar bu karikatürleri görünce infaz emrini vermişlerdir büyük bir ihtimalle. Ayrıca İbrahim o zaman çatışmaların en yoğun olduğu İstanbul'un Gültepe semtinde yaşıyordu. Gırgır ile Politika gazetelerine çiziyor, Karikatürcüler Derneği' nin o zaman çalışma ilkeleri içinde olan demokratik kitle örgütleriyle beraber çalışma gurubu içinde görev aldı.
Kendisinin de küçük bir rolde oynadığı Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı Filminden dolayı DİSK Sine Sen'in yayın ve gazete işlerinde görev almak istemiş ve çalışmıştı. Dernekten ayrıldıktan sonra evvela Sine Sen'e uğramış oradan da okuluna geçmiş. O arada faşist eli kanlı katillerce kaçırılmış, katledilmiş, cesedi de Davutpaşa'da Atatürk Öğrenci Yurdunun arkasına battaniye içine sararak atılmıştır.
28 Mayıs 2024 Salı
Yayın dünyasının büyük kaybı: ERCAN GÜNAYDIN
Yayıncılık dünyasının bilinen isimlerinden Ercan Günaydın uzun
süre savaştığı hastalığa yenildi. Özellikle çocuk yayıncılığı alanında önemli
işler yaptı. En son Yağmur Yayın Grubu İzmir temsilciliğini yapıyordu, “Kitap Baba”
adıyla bilinen Ercan Günaydın unutulmayacaklar listesine adını yazdırmıştır.
Çizim.Ferit Avcı |