27 Haziran 2009 Cumartesi

GÖZALTINA GİDERKEN

Daha gün ağarmadan çalan bir kapı, hiç hayra alamet değildir; afyonum patlamamış halde kalkıp açtım kapıyı. Karşımda elleri çantalı, üzerleri yelekli bir takım kişiler. Yeleklerin üzerindeki yazıdan polis oldukları belliydi. Ama yazmasaydı inanın anlayamazdım; hanımlar çok zarif, erkekler yakışıklıydı, erkeklerden biri uzun saçlı, kulağı küpeliydi ve hepsi de çok nazikti.
Bütün bu bilgileri birleştirince niye geldikleri de hemen anlaşılıyordu, gözaltına gitmek üzereydim.
Küpeli olan, çok nazik bir biçimde evi arayacağını bir süre rahatsızlık vereceklerini söyledi. Elindeki mahkeme kararını okudu, devlete karşı darbe teşebbüsünde bulunmaktan sanıktım.
Bu arada ev ahalisi de uyanmıştı bu gümbürtü arasında.
Hanım, oğlan, kayınvalide hepsi de sabah mahmurluğu içinde durumu kavramaya çalışıyorlardı. Kayınvalide tam olarak anlayamadığından bana söyleniyordu;
“Böyle sabahın köründe misafir davet edilir mi?” diye…
Kayınvalideye gelenlerin misafir değil polis olduğunu anlatana kadar göbeğim çatladı, çünkü gelenler alıştığımız polis tipinden farklıydılar ve çok naziktiler.
Hepsi evin içine dağıldı, herkes ne yapacağını çok iyi biliyordu…
Biri kütüphaneyi aşağı indirirken bir diğeri çekmeceleri boşaltıyordu, biri bilgisayarın başına koştu, öteki içerdeki odadan oğlanın laptopunu eliyle koymuş gibi bulup çıkardı…
Hepsi işlerini iyi yapıyorlardı ve çok naziktiler.
Gözlüklü olanı bilgisayarlardaki bilgileri kopyalarken, küpeli delikanlı yazdığım dizi film senaryolarıyla yanıma geldi;
“Burada bir takım kişilerin konuşmaları yazılmış, yanında da ne yapacakları söyleniyor… Konuşmalarda, bir silah sevkiyatından bahsediliyor… Musa adlı şahıs, silahları ne yaptınız diye soruyor, Hamza adlı şahıs da Hadımköy’deki depoya koyduk diyor, Musa adlı şahıs bu defa gören oldu mu diyor, Hamza adlı şahıs hayır, diyor. Kamera kapıya döner Mualla adlı şahıs üzerinde dekolte bir gecelik elinde viski bardağı girip, ben çok sıkıldım nerede kaldın, diyor… Buradaki şahıslar kim, Hadımköy’deki depodaki silahlar kime ait, ayrıca Mualla’ya dönen kameranın görüntüleri nerede…Mualla’nın başka görüntüleri var mı? ” diye nazik bir şekilde sordu.
Küpeli delikanlıya bunun “Macera Peşinde” adlı Tv dizisinin önümüzdeki bölüm oynayacak senaryosu olduğunu, anlatmaya çalıştım. Ama küpeli delikanlı o diziyi hiç izlememiş, o daha çok rakip kanaldaki “Kurtlu Yayla” dizisini tercih ediyormuş…
Ben ona laf anlatmaya çalışırken havalı hanım polis yaklaştı ve çok nazik bir şekilde elindeki kalın klasörü gösterdi.
“Bunlar dinlemede tespit ettiğimiz konuşma dökümleriniz; lütfen bakıp açıklama yapınız…”
Son altı ayda yaptığım bütün görüşmelerin dökümü yapılmıştı…
İlk sayfada bacanakla yaptığımız görüşme vardı, okumaya başladım.
-Na’ber bacanak?
-Nossun be bacanak, idare ediyoruz işte…
-Nasıl gidiyor dizi işleri?
-Reytingler berbat yakında kaldırırlar…
-Ya sizin o dizide oynayan çocuk var ya; onun için top diyorlar…
-Top mop, kızlar beğeniyor ya sen ona bak…
-Beğeniyorsa reytingi niye düştü…
-Kanal yönetimiyle aramız iyi değil, yayın müdürü şerefsizin biri…
-Ya bacanak bak ne diyeceğim, ben geçen hafta seninleydim ona göre. Baldız sorarsa öyle diyeceksin…
-Ulan gene ne haltlar çeviriyorsun oğlum?
-Ya bi hatun buldum da; ince konu, anla işte…
Karım “Alçak rezil” diye haykırdı, bir baktım omzumun üstünden başını uzatmış okuyor, hemen telefona koştu durumu ablasına yetiştirmek için… Benim dinlenen telefon bacanağın başını da yakmıştı.
Daha bir sürü döküm var; evle, işle, arkadaşlarla yapılan konuşmalar. Hepsinde de havadan sudan konular…
“İyi de bu konuşmalar da suç unsuru yok ki, niye bu kadar zahmet edip dosyaladınız” diye itiraz ettim.
“Estağfurullah efendim ne zahmeti, vazifemiz… Biz görevden kaçmayız, suç olup olmadığını da bilememiz ona yüce mahkemeler karar verir” diye yanıtladı nazik bir şekilde.
Sonuç olarak, kitaplar, çalışma dosyaları, özel mektuplar, bilgisayar diskleri, masaüstü, dizüstü bilgisayarları ne varsa götürülmek üzere toplandı… Bu arada sevindirici gelişmeler de oldu tabii, kayınvalidenin beş senedir kaybolduğunu sandığı bileziği kütüphanenin arkasında bulundu.
Kayınvalide bileziği bulan hanım polise hayır duaları ederken ben de gözaltına alındım…
Şu an sekiz aydır tutuklu olarak cezaevinde bulunuyorum, hakkımda iddianame hazırlanıp mahkemeye çıkartılıp savunmamı yapacağım günü bekliyorum.
Bir gazete, bütün telefon dökümlerimi tefrika halinde yayınlamaya başladı…
Çalıştığım kanal işime son verdi, çünkü telefon konuşmasında yayın müdürüne “şerefsiz” demiştim.
Dizide oynayan oyuncu, hakkında çıkan “top” dedikodusundan sonra bunalıma girip ülkeyi terk etti.
Baldız, bacanağı boşadı…
Hapishanede günler zor geçiyor, benim gibi devleti yıkma teşebbüsüyle suçlanan arkadaşlarla beraberiz. Sürekli olarak da yenileri geliyor, yakında buraya sığmayacağız, yan tarafa ek binaların inşasına başlandı. Aralarımızda profesörler, gazeteciler, askerler, polisler ve her konudan uzman kişiler var. Yakında bir yeni bir vilayet olacak duruma gelebiliriz… Çünkü mahkemenin ne zaman başlayıp ne zaman sonuçlanacağı meçhul.
Bu durumu herkes farklı yorumluyor, böyle fikir ayrılıklarının olması da çok doğal. Ama hepimizin aynı fikirde olduğu tek bir konu var: “Bizi gözaltına alan polisler çok nazikti.”

Atay SÖZER

Hiç yorum yok: