1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ
![]() |
CANOL KOCAGÖZ |
![]() |
Çizim:Rodriguez |
![]() |
Atila Atala |
Türk tiyatrosunun bir ekol olmuş ismi yazar, oyuncu, mizahçı Ferhan Şensoy hayatını, biz de büyük bir sanatçıyı kaybettik.
FERHAN ŞENSOY KİMDİR?
Ferhan Şensoy 26 Şubat 1951’de Samsun Çarşamba’da dünyaya geldi. Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu; roman, deneme, günlük, televizyon dizisi ve film senaryoları yazarı, şair ve Ortaoyuncular tiyatro topluluğunun kurucusu olan usta isim Türk Tiyatrosu’nda kendine özgü bir yer edindi. Tek kişilik oyunu Ferhangi Şeyler, 1987 yılından beri aralıksız devam eden en tanınmış oyunu olan Şensoy, Kel Hasan Efendi’den günümüze gelen Ortaoyuncuları Kavuğu’nu Münir Özkul’dan devralmış ve Rasim Öztekin’e devretmişti. Galatasaray Lisesi’nde de bir süre okuyan Şensoy, 1970 yılında Çarşamba Lisesi'nden mezun oldu.
İsmail Dümbüllü’nün Münir Özkul’a devrettiği, Hasan Efendi’nin kavuğunu, Ferhan Şensoy 2016 yılında Rasim Öztekin’e teslim etmişti. Şensoy, kavuğunu teslim ettiği Rasim Öztekin’den 5 ay sonra hayata gözlerini yumdu.
1971 yılında Grup Oyuncuları çatısında ilk profesyonel oyunculuk deneyimini yaşayan Şensoy, 1972-1975 yılları arasında Fransa ve Kanada’da tiyatro eğitimine ve çalışmalarına Jerome Savary, Andre-Louis Perinetti gibi isimlerle devam ederken Montreal’de Ce Fou De Gogol adlı oyunuyla 1975’te En İyi Yabancı Yazar ödülünü aldı. Yine Montreal'de Theatre De Quatre – Sous'da da, yönetmenliğini yaptığı, Harem Qui Rit isimli müzikalde oynadı. Aynı yıl Türkiye’ye döndü.
Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu’nda oyunculuk yapan Şensoy, yine 1976 senesi içinde, TRT'ye ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda çeşitli skeçler yazdı. Stardust Gece Kulübü’nde yazdığı Dedikodu Şov isimli bir kabare gösterisini, Adile Naşit, Perran Kutman, Pakize Suda, Sevda Karaca ve İstanbul Gelişim Orkestrası’yla sahneleyen Şensoy, aynı kulüpte, Arda Uskan’ın yazıp Fuat Güner’in müziklerini yaptığı Kukla ve Kuklacı Kabare gösterilerinde rol aldı.
1978'de ilk kitabı Kazancı Yokuşu’nun yayınlanmasının ardından, yönetmenliğini Temel Gürsu’nun yaptığı Kızını Dövmeyen Dizini Döver ile ilk kez bir film çalışması yapan Şensoy, aynı yıl Mete İnselel ile Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu'nu kurdu ve kendi eseri olan İdi Amin Avantadan Lavanta oyununda rol aldı ve yönetmenlik yaptı. Onlarca ödül alan sanatçı aynı zamanda çok sayıda kitap kaleme aldı. Televizyon dizileri ve sinema filmlerinde de yer aldı.
1988’de Derya Baykal ile evlenen Ferhan Şensoy 2004 yılında boşandı. Müjgan Ferhan Şensoy ve Derya Şensoy adlı iki kızı var.
KAYNAK:SÖZCÜ
![]() |
Çizim:Necati Abacı |
FERHAN ŞENSOY OYUNLARI
Nereye de Gidiyor Lan Bu Gemi?
Masal Müfettişi
Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği
İşsizler Cennete Gider
Ruhundan Tramvay Gecen Adam
Boşgezen ve Kalfası
Fername
Kötü Çocuk
Aşkımızın Son Durağı
Kiralık Oyun
Uzun Donlu Kişot
Beni Ben mi Delirttim?
Biri Bizi Dikizliyor
Kahraman Osman
Kökü Bitti Zıkkım Zulada
Sahibinden Satılık 1. El Ortaoyunu
Fişne Pahçesu
Şu An Mutfaktayım
Parasız Yaşamak Pahalı
Çok Tuhaf Soruşturma
Haldun Taner Kabare
Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri
Felek Bir Gün Salakken
Üç Kurşunluk Opera
Şu Gogol Delisi
Kırkambar
Seyircili Seyir Defteri
Köhne Bizans Operası
Güle Güle Godot
Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu
Yorgun Matador
Kahraman bakkal süpermarkete karşı
Soyut Padişah
Don Juan ile Madonna
Ferhangi Şeyler
Keşanlı Ali Destanı
İçinden Tramvay Geçen Şarkı
Muzır Müzikal
Eşek Arıları
Hayrola Karyola
Fırıncı Şükrü, Deli Vahap, Nuri ve ötekiler
Kiralık Oyun
Eski Moda Komedya
Anna'nın 7 Günahı
En Büyük Romülüs Başka Büyük Yok
Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı
İstanbul'u Satıyorum
Şahları da Vururlar
Dedikodu Şov
FERHAN ŞENSOY FİLMLERİ
Muhalif Başkan-(2013)
Son Ders: Aşk ve Üniversite - Saffet Ercan Hoca (2008)
Pardon - İbrahim (2004)
Şans Kapıyı Kırınca - Presidente Carlos ve Kuddusi Yurdum (2004)
Büyük Yalnızlık (1989)
Bir Bilen (1986)
Parasız Yaşamak Pahalı (1986)
Köşedönücü - Köşedönücü (1985)
Kızını Dövmeyen Dizini Döver (1977)
Aşk Dediğin Laf Değildir (1976)
FERHAN ŞENSOY KİTAPLARI
Başkaldıran Kurşunkalem
Seçme Sapan Şeyler
Karagöz ile Boşverin Beni
Elveda SSK
Hacı Komünist
Eşeğin Fikri
Rum Memet
FerhAntoloji
Kalemimin Sapını Gülle Donattım
Falınızda Ronesans Var
Oteller Kitabı
Denememeler
İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You
Güle Güle Godot
Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı
Düşbükü
Ayna Merdiven, Ortaoyuncular Yayınları, İst, 1986.
Kazancı Yokuşu (1978).
Gündeste
Gecedeste
Dündeste
Derdeste
Afitap'ın Kocası İstanbul
Şahları da Vururlar
Seçme Sapan Şeyler
Haldun Taner Kabare
Kedittin Direniş
KAYNAK:Sol Haber
Atilla Atala'nın Yeni-E dergisi için yaptığı söyleşi
Söyleşi: Nazlı Toprak
Küçük İskender, Miles Davis, Nina Simone, Chick Corea ve daha pek çok sanatçının Yeni E okuyucuları için ortak noktası, haklarında yazılan yazılarının Atilla Atala’nın siyah beyaz ikonlarıyla örtüşmesi. Bu sayımızda, iç mimar, endüstri tasarımcısı, grafiker, karikatürist ve ressam Atilla Atala ile geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Gallery 11.17’de “Cazın Görsel Ritmi” ve Bodrum’da Dibeklihan’da “Caz Performans” isimleriyle düzenlediği sergileri ertesinde söyleştik. Bugüne kadar düzenlediği 5 kişisel sergisinde de sadece Caz’a odaklanan Atilla Atala, ayrıca toplumsal itirazlarını karikatür ve fotoğraf gibi görsel sanatlarla dile getirmektedir. Söyleşimizde caz ikonlarından diğer disiplinlerdeki çalışmalarına kadar sanattaki yolculuğunu anlattı.
“Caz; kutsanan bireyselliğin kusursuz kolektivizmi”
Dergideki siyah-beyaz ikonlarınız okuyucularımız tarafından ilgiyle karşılanıyor. Caz sanatçılarını, Bizans ikonalarından esinlenerek tuval üzerinde veya heykeller aracılığı ile yorumluyorsunuz. Nasıl başladı ikonların serüveni?
Resim çalışmalarımı caz sevgimle birleştirip kendi üslubumu yaratmaya çalıştım. Bilirsiniz, Bizans ikonalarında azizler, saygı sunumunda bir araçtır. Ben de caz müziğini sevdiğimden caz sanatçıları üzerinden caza saygı, sevgi duruşunda bulunmak istedim. Sevdiğim ve dinlediğim müzisyenlerin ikonlaşmış fotoğraflarından yararlanarak ikonik portreler yorumlamaya başladım. Tabi yola çıkışım Bizans ikonaları, onlardaki perspektifsizlik, yüzey resmi olması oldu ama oluşan bu biçim dilinde sanat tarihindeki geometrik soyutlama anlayışları ve Gestalt algı kuramı da yer bulmakta. Bu anlayıştaki caz müzisyenlerinin portrelerine 2009 yılında ilk kez Miles Davis’i çizerek başladım. Seyredenleri de cazı duyumsamaya davet etmek istedim. Bugüne kadar Türk ve yabancı caz sanatçılarının toplam 38 portresini çizdim ve bazılarının heykelini yaptım.
“Gözlüklerin var, pilot olma ressam ol!”
Görsel sanatlara ilginiz nasıl başladı, hangi yollardan geçtiniz, anlatır mısınız?
İlkokuldan beri resim çizmeye, karikatür okumaya merakım vardı. Dergilerde verilen reprodüksiyonları biriktirirdim, Red Kit, Tenten figürlerini çizerdim. Kovboy filmlerine meraklıydım, kendimce küçük band hikâyeler çizerdim. İlkokulda okurken gazete çıkartırdım arkadaşımla, gazetenin amblemini çizmiştim, gazeteyi mahallede büyüklerimize okutup her okuyandan 25 kuruş kazanırdık. Pilot olmak gibi çocukluk hayallerim vardı ama ilkokul öğretmenimin “gözlüklerin var pilotluk zor olur, sen ressam ol” demesiyle sanatla ilgili kariyer yolculuğumu neredeyse şekillendirdi!
Çizmeye merakım ilgim Vefa Lisesi’nde okurken de sürdü, resimlerim sergilere seçilirdi. Ancak üniversitede güzel sanatlar fakültesinde okumak için ilk sene yetenek sınavlarını kazanamadım, sınav puanlarımla İktisat – İşletme de okuyabilirdim ama geçmiş kültürlerle, görsel sanatlarla ve mimariyle ilgisi nedeniyle arkeoloji okumayı tercih ettim. Bir sene İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Prehistorya bölümünde okudum, bir yandan da bir yakınımızdan yoğun desen dersleri alarak Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’na girdim. O dönemler, endüstri tasarımı eğitimi yeni yerleşiyordu. 1979 yılında İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı olarak mezun oldum. Bir taraftan da resim ve karikatür çalışmalarım oluyordu, 1981 yılında karikatür yarışmasında ödül aldım. Özel sektörde bir süre endüstri tasarımcısı olarak çalıştım, sonra bir arkadaşımla kendi iç mimarlık, fuar standı tasarımı ve grafik tasarım çalışmaları gibi tanıtım hizmetleri vermek üzere kendi şirketimizi kurduk. Çizmeye çok vakit ayıramıyordum.
“Tasarım cevap verir, sanat soru sorar”. Benim de aklım hep sanattaydı. Son 10 -12 yıldır işlerimi azaltıp şirketimi tasfiye edip resim ve karikatür çizmeye ağırlık verdim. Ayrıca fotoğrafı bir anlatım dili olarak kullanarak fotoğraf çekiyorum ve bir yandan da üniversitede temel sanat dersleri veriyorum.
Caza ve müziğe merakınız nasıl başladı?
Babamla amcamın Tünel’de ortak plak ve kırtasiye dükkânı vardı, çocukluğumda dükkânımıza gittiğim zaman yabancı çizgi dergilere bakarken müzik de dinlerdim. Caz ve klasik sevgim dayımın koleksiyonları ile de gelişti. Cazı da bu şekilde lise çağlarımda sevmeye ve dinlemeye başladım. Yalnızca caz ve klasik değil rock müzik de, türküler de dinlerim. Caz hepsiyle kaynaşabiliyor zaten. Cazdaki bireysellik, doğaçlama önemli geliyor bana, bir yandan da kusursuz bir kolektiflik var, dayanışma var onun içindir ki “Caz; kutsanan bireyselliğin kusursuz kolektivizmi” diyorum. Grup içinde solo çalışlara diğer elemanların destek vermesi, rekabetsiz dayanışma ortamı beni hep etkilemiştir. İcra sırasında sanatçı solo bir performans ortaya koyarken bile kolektif bir duyguya bağlı kalıyor. Bu bireysellik beraberinde ikon fikrini getirdi. Bireysel özgürlüğün içinde kolektivizm var, tabi bir de cazın sosyolojik olarak doğuş nedenleri, tarihsel süreci, bir direniş müziği olması beni etkiler. Caz sevgimle resim sevdam birleşince bir üslup gelişti.
“Düzene karşı tepkilerimi karikatür ile dile getirmeye çalışıyorum”
Karikatür çizmek sizin için neler ifade ediyor?
22 yıldır Homur isimli bir mizah ve karikatür grubumuz var. Söz söyleme ortamı olarak Homurcuk ve Homur isimlerinde 2 dergiyi demokratik kitle örgütleri desteği ile çıkartıyoruz. Dergiler para ile satılmıyor, yayınlanma zamanı da dile getirmek istediğimiz sorunlara göre belirleniyor ki Türkiye’de konu sıkıntısı maalesef pek çekilmiyor. Toplumsal itirazımı mizah diliyle çizerek görselleştiriyorum. Sisteme, düzene karşı düşüncelerimi karikatür ile dile getirmeye çalışıyorum. Dergi içerikleriyle ilgili örnek verecek olursam; son sayımız Karadeniz’deki doğa kıyımları ile ilgili idi, nükleer santraller ile ilgili bir sayıyı Elektrik Mühendisleri Odası ile yayınladık, sağlığın ticarileştirilmesine karşı Türk Tabipler Birliği ile bir sayı çıkarttık. Karikatür sergileri de düzenliyoruz. Ayrıca, önceki yıl Caner Temiz’in Ozan Yayıncılık tarafından yayınlanan kadın cinayetlerine yönelik hazırladığı Mor Tabutlar kitabını görselleştirdim. Kitapta duygusal bir yaklaşımla yazılan metinleri rahatsız edici çizimlerimle örtüştürerek, bu can yakıcı soruna dikkat çekmek, farkındalık yaratmak istedik. 2019 Yılında Canavar Mı Yok Mu? oyununun gölge oyunu çizimlerini yaptım. “Sanatın farklı disiplinleriyle ilgilenmeyi tercih ediyorum, her disiplinin ayrı bir dili oluyor. Yine fotoğrafı da bir söz söyleme aracı olarak kullanıyorum. Bu bağlamda Red Fotoğraf Grubu çalışmalarına katılıyorum, sergiler düzenliyoruz, albümler, dergiler çıkarıyoruz. Bir fotoğraf çalışmamdan da kısaca bahsetmek isterim. Bu çalışmamın odak noktası kâğıttan kırmızı renkli bir kayık, Kırmızı Kayık. Hani çocukken kağıttan yapıp suda yüzdürmeye çalıştığımız kayık. Onu farklı ortamla koyup fotoğraflayarak metaforik bir anlatımla izleyenleri düşsel yolculuğa çıkarmayı hedefliyorum. Bu yolculuk içinde özel hayat dünyamdan anlar ve siyasete dair eleştiri ile geleceğe ait umut verecek kavramsal fotoğraf kurguları oluşturuyorum.
Yeni e dergisindeki ikonları çiziş şeklinize biraz daha yakından bakacak olursak, ağırlıklı siyah beyaz parçalı resimleriniz, ama enstrümanlar renkli.
Evet, ilk ikona serimde ve sonrasında Yeni e dergisinde senin yazdığın yazılara çizdiğim resimlerde düz siyah fon cazın köklerindeki hüzne ve zor yaşam şartlarına gönderme yapıyor. Enstrümanları ise gökkuşağı renkleriyle boyuyorum. Müzikteki armoniyi çağrıştıran ve tanımlayan bu gökkuşağı renklerini Bizans ikonalardaki yaldızlı fonlardan esinlenerek kullandım. Bir yerde solo performanslarındaki bireysellikleriyle öne çıkan caz sanatçılarının kolektif icraları sırasındaki müzikal ahenk ve uyumları, enstrümanlarda gökkuşağı renkleriyle ifadesini buluyor. Bu ilk seriden sonraki süreç içinde tuvalle beraber kontraplak, osb, arduvaz gibi farklı malzemeler kullanmaya başladım ve ikonalar daha geniş alanlarda renklenmeye başladı. Bu çalışmalarımdaki renk paletimde cazın derin renklerini tercih ediyorum. Bir caz parçası nasıl farklı yorumlarla icra ediliyorsa ve bir performans diğerinden farklı olabiliyorsa ben de aynı ikonu farklı malzemede, farklı boyutta, farklı kompozisyonda ve renklerde de yorumluyorum.
İkonunu yapacağınız sanatçıyı hangi kriterlere göre seçiyorsunuz?
Severek dinlediğim, sempati duyduğum, sahnede dinlediğim sanatçılara ağırlık veriyorum. İkonlaşmış fotoğraflarından yararlanarak çalışıyorum. Bilirsiniz, bazı sanatçıların akılda kalan performans halindeki duruşları vardır. Örneğin, Bill Evans’ın çalış stili, kafası klavyeye değdi değecek haliyle aklımıza gelir genelde, ya da müzisyenlerin icra sırasındaki trans halleri, ben de onları öyle çizdim, onları performans sırasındaki halleriyle. Ama örneğin Sibel Köse’nin, Önder Focan’ın ikonlarını, kendi çektiğim fotoğraflardan hazırladım. Tuna Ötenel’in resmini ise 3 ayrı fotoğrafından çalışarak oluşturdum.
Chick Corea’yı hep çizmek istiyordum mesela, ölünce içten içe bir pişmanlık duydum, neden çizmeyi ihmal ettim dedim. Senin Yeni e dergisi için yazdığın Chick Corea’nın ardından anma yazın ile zamanında örtüştü benim onu çizmem. Üstelik kısa sürede 2 farklı pozunu çizmiştim. Çizmek için duygularımla hareket ediyorum diyebilirim. Çalışırken de o müzisyenin müziğini dinlemek keyif veriyor.
Kimler sizin caz ikonlarınız, neden? Biraz da onlardan bahsedelim mi?
Birkaç tanesine değinecek olursak
• Miles Davis – Albümleriyle, daima yenilikçi caz anlayışıyla, dönemlere imzasını atmasıyla, trompetinin tınısıyla, yaşam stiliyle en ikonik sanatçılardan. Miles Davis, cazın Picasso’su benim için. O’nun “Sus” işareti ikoniktir. Ben de siyah beyaz seride elini renklendirerek hem trompete vurgu yaptım hem de “herkes sussun” diye yorumlayarak ikonu biçimlendirdim. Daha sonra o pozunu duvar heykeli yaptım ve farklı malzeme üzerinde renkli olarak yorumladım.
• Billie Holiday- İçten ses, kraliçe. 44 yıl yaşamış. Hayatı zorlukla geçmiş, bu dramlar sesine yansıyor. Cazın arkasındaki felsefe, caz müzisyenlerinin müzikle yaşama tutunmaları, müziklerinin arkasındaki yaşantılar beni hep etkilemiştir. Louis Armstrong’un bir sözü aklıma geldi; “Çaldığımız hayatın kendisidir.” Billie, dinlerken içimizi titretiyor. Hemen, şimdi “Strange Fruit” dinlemeli.
• Charlie Parker- Bird olmadan caz olmaz. Kısacık bir ömürde müthiş bir kariyer.
• John coltrane – Cazın evliyası. İlk dinlediğim albümlerden.
• Chet Baker–Ölümsüz sesi, ölümsüz trompet çalışı var. Ulvi geliyor üflemesi. Dişleri kırılıyor fakat müziğe sıkı sıkı sarılıyor, uyuşturucu batağı derken otel odasından düşerek ölüyor. Ama arkasında bıraktığı albümlerinin devri geçmiyor.
• Nina Simone-Müziği ile siyaset yapan bir sanatçı. Protest müzisyen.
• Bill Evans-Lirik, duygusal cümlelerin klas piyanisti.
• Esbjörn Svensson – İskandinavya’dan gelen lirik piyano sesi, her ne kadar son yıllarında elektronik müziğe yönelmiş olsa da. Genç yaşta bıraktığı yerden yaşamaya devam ediyor.
• Maffy Falay-Duayen caz sanatçımız. İlk heykel çalışmamı onun portresiyle gerçekleştirdim.
• Sibel Köse – Benim için cazın kraliçelerinden. Genç sanatçı yetiştiriyor, yol gösteriyor.
Kendisine ait çizdiğiniz ikonalarınızı gören yabancı sanatçılar oldu mu?
2009’da Charlie Haden’i çizdim. Uluslararası bir web sitesine yükledim. Ertesi gün sanatçıdan tebrik eden bir mesaj geldi. Önümüzdeki sene İstanbul’a geldiklerinde görüşmek istedikleri yazıyordu. 2010’da Geldikleri zaman kulise davet etti. Resmi büyük boy poster olarak bastırıp hediye ettim. Eşi Ruth Cameron ile çok sıcak ilgi gösterdiler. Hatta ilk sergimde sosyal medya üzerinden destekledi. Cazcıların çoğunun mütevazı olmalarına her zaman şahit olmuşumdur. Bu ilgi beni daha da cesaretlendirdi ve büyük boyutta tuval çalışmaya motive etti. Zamanla görsel dili geliştirdim, tuvalden başka ahşap üzerine ve heykele aktarmaya devam ettim.
Bir de heykelleriniz var çok boyutlu ürettiğiniz?
Evet resimlerini yaptığım müzisyenlerin bu resimlerinden hareketle heykellerini yapıyorum. Heykeller için paslanmaz çelik malzeme, metal kullanıyorum. İlk heykelimi Maffy Falay portresi olarak yaptım. Miles Davis’in kendi boyunda heykelini yaptım. Çizdiğim portreleri DWG formatında yeniden çizip lazerle kestiriyorum ve ritm duygusu yaratmak için arka arkaya montajlıyarak devamlılık kazandırıyorum. Duvara asılan, yine yaptığım resimlerden hareketle çelik heykeller yapıyorum. Bunlardaki parçalı geometrik yüzeyler farklı ışık kaynakları altında farklı gölgeler yaratıyor ve bunların izleyende ritm duygusu oluşturmasını hedefliyorum.
Pandemi dönemi bir sanatçı olarak sizi nasıl etkiledi?
Müzisyenler özellikle bu dönemden çok olumsuz etkilendi, sahne alan müzisyenlerle beraber bu sektörde geçimini kazanan müzik emekçilerinin gelirleri düştü ve destek alamadılar. Görsel sanatçılar olarak biz ise atölyelerimizde veya evlerimizde çalışabildik. Sanat hayata tutunmanın bir yolu. Gözlemlediğim kadarıyla, insanlar kendi içlerine dönerek, doğaya kaçarak düşünce süreçlerini uzattılar. Paul Klee’nin “Sanat, biçim oluşturan düşünme etkinliğidir.” diye bir sözü var. Ben de çalıştıkları kadar da düşünmeyi hatırlatırım öğrencilerime. Kendi içimize döndük, tabi ki maddi manevi sıkıntılar oldu, sosyalleşmeler de aksadı ama olumlu taraftan bakmak istersem bu dönem kendime daha fazla vakit ayırabildim. Bazılarımızın sosyal medyadan sanatla ilgili paylaşımları incelemeye daha çok vakitleri oldu.
Bundan sonraki planlarınız ne?
Sanat bir serüven, süreç, yeni düşünceler nasıl bir dil oluşturur bilemiyorum. Devam…
Bu röportaj ile yine senin bir yazında ortaklaşmış oluyoruz, çok teşekkür ederim.
Arkadaşımız Atay Sözer'in 2021 Rıfat Ilgaz Roman Ödülü alan romanı "Dünyanın En Kötü Avukatı" tanıtım videoları
Mizah Yazarı, Senarist Atay Sözer ile mizah, edebiyat üzerine konuştuk. Çocuk edebiyatına da çıkardığı kitaplarla ciddi katkılar sunan Sözer, yeni projer için kolları sıvamış durumda.
Mizah, “ezilenlerin” egemene karşı silahıdır
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Mizah Yazarı, Senarist Atay Sözer, edebiyat ve mizah alanında yaptığı çalışmalarla ön plana çıktı. Yazdığı ilk öykü ‘Yaşasın Edebiyat’ dergisinde 1993 senesinde yayınlandı. Gırgır, Çarşaf gibi önemli dergiler için emek verdi. Homur Edebiyat Grubu’nun kurucuları arasında. Ayrıca Çocuk Edebiyatı içinde ciddi katkılar sundu. Son olarak kaleme aldığı ‘Dünyanın En Kötü’ avukatı adlı Çalışması Cide Belediyesi tarafından düzenlenen Rıfat Ilgaz Roman Ödülüne layık görüldü. Şu sıralar Kitap Kaçkınları serisinin dördüncü kitabı için çalışmalara başladığını söyleyen Sözer, iki mizah ve çocuk kitabının baskıya hazır aşamada olduğunu belirtti. Mizahın ve edebiyatın başarılı ismi gazetemiz adına kendisine yönelttiğim soruları yanıtladı.
Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz?
1959 İstanbul doğumluyum, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema ve TV bölümünden mezun oldum, Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu gibi ustaların öğrencisi oldum. Bu arada bir yandan mizah ve karikatürle de uğraşıyordum. Bir süre yönetmen yardımcılığı yaptım sonra senaryo yazarlığı dönemi başladı ve son olarak da kitap çalışmalarına yoğunlaştım.
Mizahla nasıl tanıştınız. Bu alanda çalışmalarınızın başlangıcı nasıl oldu, Türkiye’de mizahın şu anki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Çocuk yaşlardan beri komik, güldürücü şeylere ilgim vardı; Red Kit, Asteriks, Miki tarzı çizgi romanlar takibimdeydi bunların kurgusal yapısının ileride senaryo yazarlığımda çok faydası olduğunu gördüm. Önce karikatürler ve kendimce çizgi romanlar yapıyordum, bir dosya kağıdını birkaç kez katlayıp sözde bir kitap haline getiriyor ve her sayfasına bir şeyler çiziyordum. Yaş ilerledikçe ayaklar daha yere basmaya başladı. Karikatürlerimi Gırgır’da Oğuz Aral’a götürdüm o zaman pazartesi günleri amatör çizerleri toplayıp değerlendirme yapıyordu bir çeşit atölyeydi bu. Mizah yapısı gereği muhaliftir, bu yüzden muktedir olan mizahı sevemez ve baskı uygular. Ülkede işler iyi gidiyorsa mizah dozu yumuşar kötü gidiyorsa sertleşir. Şu anki durum şimdiye kadar olandan biraz farklı görünüyor; işlerin iyi gittiği pek söylenemez bu durumda mizahın çok keskin olması gerekiyor.
Farklı senaryolara imza attınız, çeşitli kitaplar yazdınız. Bize biraz çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Senaryo yazarı olarak ilk önce Gazanfer Özcan’la sonra Zeki Alasya ve Metin Akpınar’la bir dizi projede çalıştım, TRT’ye yapılan Biz Bize Benzeriz ve Dünya Hali’nden sonra Zeki-Metince adlı skeçlerden oluşan program ve özellikle “Hastane” dizisi gündeme yaptığı dokundurmalar açısından kayda değerdi benim için. Sonra başka diziler, iki sinema filmi geldi ardından. Sulhi Dölek’in Kirpi romanı uyarlaması ile İrfan Yalçın’ın Fareyi Öldürmek romanından uyarladığım “İçimdeki İnsan” filmleri epey beğeni topladı. Mizah kitapları çıkardım “Güllabici” adlı kitap Aziz Nesin Ödülü aldı, sonra çocuk kitaplarına yoğunlaştım yedi çocuk kitabım çıktı en son şimdilik üç kitabı çıkan “Kitap Kaçkınları” serisi var. Son kitap bu kez yetişkinlere yönelik Rıfat Ilgaz ödüllü “Dünyanın En Kötü Avukatı.”
Yazdığınız ‘Dünyanın En Kötü Avukatı’ kitabı Cide Belediyesi tarafından düzenlenen Rıfat Ilgaz Roman Ödülü’ne layık görüldü. Bu kitabın yazım sürecinden ödüle uzanan hikayesini bizimle paylaşır mısınız?
Aslında bu konuyu başlangıçta biz Tv dizisi olarak düşündüm ancak öyküleme aşamasında işlenecek konunun günümüz televizyonlarında asla olamayacağını fark ettim ister istemez kendime sansür uygulayacaktım ve yolun başında roman olarak devam ettim. Mottosu eski Roma döneminden gelen bir söz:”Bırak adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun.” yozlaşmakta olan adalet sistemi irdeleniyor. Ben süper kahramanları, becerikli, zeki dedektiflerin olduğu öyküleri hiç sevmem, gerçekçi ayağı yere basan, zaafları, hataları olan karakterleri tercih ederim. Romanın ana karakteri bir avukat, basiretsiz, zayıf karakterli; sürekli kaybediyor, yetenekleri sınırlı, boş vermiş, hayatta bir ideali olmayan, günü kurtarmaya çalışan biri. Günün birinde barodan bir dava verirler buna, bir çocuk tacizcisini savunacaktır, 2-3 celsede bitecek bir davadır. Sanık da kendi gibi ezik, kaybeden biridir. Ancak işin içine girince çok çetrefilli bir durum olduğunu görür. Cemaat vakıfları, bunların devletin her yanına sızması, ticari faaliyetleri ve sistematik çocuk tacizleri olduğunu görmesi onu dehşet içinde bırakır. Davadan çekilmek ister ama çekilemez ve kendi iç hesaplaşması sonucu kişisel bir evrim sürecine girer. Romanı 2017 yılında bitirim ancak bugüne kadar epey elden geçirdim. Yolladığım yayınevlerinden olumlu dönüşler alamadım, Cide Belediyesi Rıfat Ilgaz adına bir yarışma düzenleyince hiç düşünmeden yolladım. Rıfat Ilgaz örnek aldığım bir yazardı yaklaşık 30 yıl önce kendiyle tanıma onurunu yaşamış ve ne yazık ki gerçekleşmemiş bir proje üzerine konuşmuştuk. Ustayla bu kez bu ödülde buluştuk.
Hedefte ne tür projeler ve kitaplar var, okurlarınız ve takipçileriniz için nasıl müjdeleriniz olacak?
Kitap Kaçkınları serisinin dördüncü kitabına başlıyorum yayına hazır bir iki çocuk, iki de mizah kitabı var. Bir de önceki kitaplarımın ikinci baskılarını çıkartmayı düşünüyorum. Önceden yazdığım ve yapımcısın hayata geçirmeye çalıştığı bir sinema filmi senaryosu da beklemede.
Homur Mizah Grubu gibi prestijli bir grubun kurucu isimleri arasında yer alıyorsunuz. Sizden bu grubun ortaya çıkış hikayesini dinleyebilir miyiz?
Homur Mizah Grubu dünyada pek örneği olduğunu düşünmediğim bir yapılanma aslında. Doksanlı yıllarda bir grup mizahçı haftanın belli günlerinde kafelerde toplanıp sohbet ediyorduk, zaman zaman yeni arkadaşlar katılırken bazıları da ayrılıyordu. Sergiler yapalım, etkinlikler düzenleyelim derken bir dergi çıkartma fikri doğdu. İsim konusu tartışıldı, Homur adı benimsendi; hem İngilizce mizah olan humorla bir ses benzeşmesi olurken hem de muhaliflerin egemenlere karşı homurdanmasını çağrıştırıyordu. Tabii nasıl çıkacağı önemliydi; bir maket hazırlayıp gazetelere önerecektik. Ama gazetenin yapısının emekten yana olması tek koşulumuzdu. İlk gittiğimiz gazete Evrensel hemen kabul etti, bizim maddi bir talebimiz yoktu. Homur gazetenin cumartesi eki olarak 44 sayı çıktı. Daha sonra bir ara verdik bu kez Homur’a pek alışık olunmayan bir yöntemle devam edecektik. Boyutumuz bu kez dergi değil tabloid gazeteye yakın bir formattaydı. Bu kez periyodik bir yapısı olmayacak gerektiği zaman çıkacaktı. Çeşitli sayıları farklı demokratik kitle örgütleri tarafından çıkartıldı.
Çocuk Edebiyatı gibi önemli bir alanda da eserler veriyorsunuz. Kitabınızın içeriğinizi oluştururken, nelere dikkat dikkat ediyorsunuz? Bu alanda karşılaştığınız zorluklar nedir?
Çocuklar için yazmak yetişkinler için yazmaktan çok ama çok daha zor. Bir kere çocuklar için yazmanız sırtınıza ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Öyle “Ben özgürüm istediğimi yazarım arkadaş” diyerek aklınıza geleni yazamazsınız. Kullandığınız her sözcüğün üzerinde kırk kere düşünmeniz gerek, o çocuklar birçok şeyi belki de ilk kez sizden duyacaklar. Beyine ilk yazılan bilgi her zaman doğru kabul edilir sonradan onun başka bilgiyle değiştirilmesi zordur ve zaman alır. Bu yüzden doğruluğuna emin olmadığınız bilgiyi onlara sunmaya hakkınız yoktur. Emin değilseniz en azından bu durumu bir şekilde belirtmelisiniz.
Kısaca ödül ve başarılarınızı özetler misiniz?
Karikatür, öykü, senaryo gibi farklı alanlarda üretim yaptığımdan ödüller de bu alanda oldu.İlk ödül Abdi İpekçi Karikatür Yarışmasında ikincilik ödülü, sonra “Güllabici” gülmece öykü kitabıyla Aziz Nesin Ödülü, iki kez Akşehir Nasrettin Hoca gülmece öykü yarışmasında ödül, Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı Rıfat Ilgaz gülmece yarışmasında özendirme ödülü, Çocuk hakları karikatür yarışmasında başarı ödülü, 19.Nehar Tüblek karikatür yarışmasında birincilik, 23.Adana Altın Koza senaryo yarışmasında Allah’ın Adamı senaryosuyla Muzaffer İzgü ödülü; en son da Cide Belediyesi Rıfat Ilgaz Roman Ödülü.
Korona Pandemisi sürecinde neler yaptınız. Mizahınızı topluma nasıl ulaştırdınız, sizin için bu zorlu süreç nasıl geçmekte?
Pandemi sürecinde herkes gibi evdeydim, ancak işim gereği ben zaten hep evden çalışırım. Bu kez daha uzun süreli kaldım. Açıkçası benim açımdan üretken bir dönem oldu bir yılda 6 kitabım çıktı, internet üzerinden kitapları okuyan çocuklarla onlarca söyleşi yaptım. Üretim içindeyseniz salgını falan bir an için unutuyorsunuz.
Mizahın size göre tanımı, tasviri nedir, nasıl olmalıdır?
Mizah ezilenin egemene karşı kullandığı bir silahtır, ezilmeye karşı bir duruş bir başkaldırıdır. Bunun aksi olası değildir. Egemenlerin hiçbir zaman mizahçısı olmaz onların sadece şaklabanı olur, onların yaptıkları da mizah değil şaklabanlıktır.
Gazeteci Ercan Deva’nın, yeni kitabı “Kahkahayı Patlatın” okuru gülümsetiyor. Barış Kitap yayınlarından çıkan ve 2020 yılında hayatını kaybeden Bekir Coşkun’un anısına yazılan kitabın kapak tasarımı karikatürist Engin Uç tarafından yapıldı. Kitapta Aziz Nesin, Can Yücel, Çetin Altan, Aydın Boysan, Canan Tan, Neyzen Tevfik, Tarık Minkari, Müjdat Gezen, Orhan Veli, Rıfat Ilgaz ve politikacılar Hüsamettin Cindoruk, Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Erdal İnönü ve elbette Bekir Coşkun’dan ilginç anekdotlar bulunuyor.
Bekir Coşkun’u 1986 yılında tanığını ve çok güzel anılar biriktirdiğini belirten Ercan Deva, “Kitabı okurken, bir mizah turu yaşayacak, kimi zaman duygulanacak, düşünecek, kimi zaman da kahkahayı patlatacaksınız. Olumlu geri dönüşler alıyorum, ancak takdir okurun” dedi. Bekir Coşkun için "O benim yazarımdı" diyen Ercan Deva sözlerini, "Senin güleç yüzünü hiç unutmayacağım. Işıklarda uyu sevgili dostum Bekir. Kalbimde hep yaşayacaksın" şeklinde tamamladı.
Tam 51 yıldır yazılı/görsel medyada farklı görev ve sorumluluklar almış olan gazeteci Ercan Deva'nın daha önce yayınlanmış 11 kitabı bulunuyor.
Ercan Deva kimdir?
Ankara’da doğdu. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İtalyan Filolojisi mezunu. 1969 yılından beri yazılı ve görsel medyada farklı görev ve sorumluluklar aldı. Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin kurucuları arasında olup, parlamento Muhabirleri Derneği üyesidir. İstanbul ve Ankara’da kurulu Gazeteciler Cemiyetlerinin üyesidir. Sürekli basın kartı sahibidir.
FETHİ DEVELİOĞLU KİMDİR?
1953 yılında İstanbul da doğdu. 1973 yılında ilk karikatürü Akbaba Dergisinde yayınlandı.
1978 yılında bir yapıtı Dünya Karikatür Müzesi’ne ( Tolentino/İtalya ) alındı.
1979 yılında Amerikan Karikatürcüler Derneği (AACE) tarafından son on yılın en iyi politik çizeri seçildi.
Ulusal ve Uluslararası yarışma ve sergilere katıldı. 30 ödül kazandı. Sekiz kitabı yayınlandı.
Karikatürcüler derneği'nde yönetim kurulu ve denetleme kurulu üyeliği yaptı.
1985 yılında merkezi New York'ta bulunan Karikatürcüler ve Yazarlar Sendikası Daimi Üyesi oldu.
2000 yılında yine New York'ta bulunan Ulusal Karikatürcüler Derneği Daimi Üyeliği'ne kabul edildi.
Yıllardır Ortaköy meydanın 'da sokak ressamlığı ve karikatüristlik yapmaktadır.
![]() |
Güneşli Dünya çalışma grubu |
![]() |
Büyük Grev Atlı Zincir |
![]() |
Profilo Duvarı Fethi Develioğlu |
![]() |
Atlı Zincir Fethi Develioğlu- Cevat Özer |